Gün batımını seyrederken kızıl ve siyah birbirine karışmıştı. Tam ortalarında küçük mavi beyaz bir bulut vardı. Elini kalbine koydu, acıyan kalbine benziyordu. “Neden?” diye sordu. Omuzları düşmüştü, kendini yorgun ve çaresiz hissediyordu. Birden ağlayan bir çocuk sesi duydu. Başını sesin geldiği yere çevirdi. Çocuk düşmüştü. Gözleri çocuğun annesini aradı ve aniden yerinden kalkan birini gördü, çocuğa bakıyordu. Sakince yerine oturdu, çocuk ve kadın göz gözeydi. Hafifçe başını salladı çocuğa. Çocuk ağlayarak yavaş adımlarla kadının yanına gitti. “Aferin sana kendi başına kalkabildin” dedi kadın. O sırada çocuk kanayan dizine bakıyordu, birden ağlamayı kesti, kadına baktı. “Seninle gurur duyuyorum. Bu acıya rağmen kalkabildin ve yanıma kadar gelebildin” dedi. O an çocuğun yüzünde gururlu bir gülümseme belirdi, kadın devam etti: “Biliyorsun ki geçecek” dedi ve alnından öptü.
Birden kendi çocukluğu geldi aklına annesi her düştüğünde kızardı. “Çok sakar bir çocuksun, dikkat et biraz, yine üstünü kirlettin, bıktım senden, babana söyleyeceğim.” İçini bir korku kaplardı; “Ya babama söylerse o da bana kızar” diye.
Zamanla içine kapanan bir çocuk olmuştu. İçini ani bir öfke kapladı. “Neden beni sevmediler…” Düşündü… Her anne baba gibi onlar da seviyorlardı aslında. Hastalandığında başında beklerdi annesi, ağlayan gözlerle, üstünü örterdi; “Üşüdün mü?” diye sorardı, yemek yemeyince de kızardı. Ne garip, “Seni seviyorum” diye hiç sarılmazdı annesi, babası bir kere bile başını okşamamıştı, “Bugün nasılsın” diye sormamıştı hiç…
Daha fazla taşıyamadı bu düşünceleri başı eğildi, ağır gelmişti, toprağa bakıyordu. Boynu bükülmüş yaprakları buruşmuş bir çiçek gördü, toprağı kurumuştu, kendine benzetti, aslında güzel bir çiçekti diye içinden geçirdi. Bir kaç damla yağmur düştü çiçeğin yapraklarına, etrafına bakındı ve bir ağacın altına sığındı, yağmur başlamıştı. Çiçek yeniden doğruldu ve tüm güzelliğiyle yapraklarını açtı.
Aniden irkildi, üzerine doğru gelen bir genç vardı. Fark etmeseydi çarpacaktı ona. Kenara çekildi hemen, çok öfkeliydi genç ve üzgündü. Etrafına baktı, bir şey mi oldu diye. Uzaklaşan bir kişi ve onun elinden düşen kağıdı gördü, yere atılmış buruşmuş bir kağıt vardı. Eğilip aldı, yağmurdan ıslanmıştı, merak ediyordu ne yazdığını, okunan tek bir cümle vardı: “Seni seviyorum.” İlk aşkı geldi aklına, o da reddedilmişti, günlerce uyuyamamıştı. Evden dışarı çıkmak istemiyordu, korkuyordu onu görmekten, kendini çok değersiz hissettirmişti. “Okulda biri vardı, hep beni güldürmeye çalışırdı, ödevlerime yardım ederdi, beni her teneffüs beklerdi. Bir gün sevdiğimi başkasıyla gördüm, deliye döndüm. İşte o an öfkeyle bana yardım eden o kişiye çok kötü sözler söyledim, bir daha yanıma gelmedi. Nasıl da fark edemedim! Bana en çok değer veren insanı kaybetmişim.” dedi.
Derin düşüncelerde kendini kaybetti. Yaşamış olduğu hayatı düşündü, sevgiden ve ilgiden yoksun, değersiz hissettirilmiş, kendine güveni olmayan, karar vermekten yoksun çaresiz biri… “Bu ben miyim” diye düşündü. Kalbinde kırgınlıklar, üzüntüler, öfkeler ve hayal kırıklığı birikmişti. Bir şeylerin değişme zamanı gelmişti, bu yükü taşımak istemiyordu artık. Düşen çocuk geldi aklına. Ayağa kalkmayı başarmıştı ve kendiyle gurur duyuyordu. Toprağı kurumuş çiçek geldi aklına. Asla umudunu kaybetmemişti, direnmişti, düşen ilk yağmur damlasında ne güzel açmıştı. Sevmeyi yeniden öğrenecekti, bir daha onu seven birini kaybetmemek için. Yapması gereken ilk şey affetmeyi öğrenmekti, önce kendini affetmeliydi, sonra ailesini, sonra da onu değersiz hissettiren herkesi, bunu başarmalıydı. Omuzlarındaki ve kalbindeki yükü bırakma zamanı gelmişti.
Düşündü… “Ben kimim ve ne istiyorum.” Karar verme zamanı gelmişti. “Yeni bir hayat beni bekliyor.”