Kişiliğimiz, alışkanlıklarımız düğümlerini dünden attığımız bir halat gibi. Üzerinden ne kadar zaman geçerse onları değiştirmek de o kadar zor oluyor.
Yazma serüvenim aslında sorumluluk alma bilincimi oluşturmak içindi. Çünkü kalemimi geliştirebileceğime olan inancım beni desteklemişti. Bugün sanırım mesuliyet duygumu ilerletebilmenin sınavını veriyorum. İsmet Özel’in: ‘‘İkna edilmişlerle yola çıkılmaz, yola inanmışlarla çıkılır’’ sözü zihnimin hep bir köşesinde. Sadece ikili ilişkilerle anlamı sınırlandırmayıp özeleştiri niteliğinde de kendimle özdeşleştirdiğim bir cümle aslında. Galiba içimde biraz Cyrano de Bergerac ruhu var. Söylemekten asla çekinmediğim o en büyük silahım, Ezop’un deyimiyle dünyanın en acı veya en tatlı yemeği olan, dilim bu sefer kendim için anlamlı sözcüklere dönüşüyor. Çünkü inanç her ne kadar yola çıkmada önemli faktör haline gelse de, sırt çantamıza koyduğumuz değerlerimiz o yoldaki adanmışlığın da ölçüsünü belirliyor. Hiçbir zaman aradığımı bulamadığım o çantam bana her şey olmaya çalışırken hiçbir şey olamama duygusunu hücrelerimde yaşatmama neden oluyor. Tıpkı Cyrano de Bergerac’da denildiği gibi:
‘‘Felsefeyi severdi, fizikten de anlardı,
Şairdi, musikide hayli behresi vardı.
Laf altında kalmazdı, yaman bir silahşordu,
Başkası hesabına bazen aşık olurdu.
Rahmetlinin Cyrano de Bergerac’tı adı;
Her şey olayım derken hiçbir şey olamadı.’’
Sanırım bazen o koşturmaca içerisinde kim olmak istediğimiz sorusunu kendime sormayı unutuyorum. Akışına bırakmak disiplin duygumu yitirmeme sebep olabiliyor ve zaman zaman içimden Oblomovluk taşıyor. Hani sadece yaşamış olmak için yaşamak ,takvimleri eskitmek ve konfor alanından çıkamama duygusu. Gonçarov’un dediği gibi ‘‘İnsan ne için yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün yine aynı hayat.’’ Hiçbir şey yapamamak değil mesele, asıl mesele o koşturmaca içerisinde kendinle baş başa kalıp, kendini yetiştirmeye zaman ayıramamak. Cemil Meriç’in ‘‘Çok zaman kaybettim. Çok zaman ve biraz ümit. Yaşamak galiba bu’’ dediği noktadayım. Sanki öncelik listesi oluşturmuş ama her başlığı birinci önceliğim haline getirmiş gibiyim. Sorun ise bir günün 24 saat olması.
Bazen iş hayatının dalgalarıyla boğuşmak yerine kıyıya çekilip o limanda dinlenmeyi bilmeli. Bunun ne kadarını becerebilirim bilemiyorum fakat hepimiz için hırslarımızdan ve mükemmeliyetçiliğimizden uzak geçirdiğimiz bir ay diliyorum.