Ah Be Sevgilim!
En güzel hatıralar cümlelere emanet!
Bu onu anlatan son yazım olacak ve ben onu daha fazla yazmak isterdim. Aslında onunla ilgili söylenmemiş çok cümlem var. Hep olacak da. (Zaten yine birazcığından bahsedeceğim. Adına kitap yazmaya niyetliydim ya bakmayın şimdi siz!)
Her hatıranın şiire dönüştüğü, cümleye döküldüğü, her buluşma takviminin tarihe not düşüldüğü, beraber olunan her yerin anlam kazandığı iki âşık gibi bir şeydik biz! Hem vadeliden yaşanmamış çok güzellikler var aramızda. Biliyorum, cümlenin başında “hem” demenin akışa çok da uymadığını. Akışa uymayan bir ayrılığın eski âşıklarından sayılırım nihayetinde. Ama en nihayetinde…! Zaten bizim kelimemiz de “hep” diye geçiyordu sevgi ifade eden güzel cümlelerin sonunda. Ya da çokça inandığım acayip sözlerin sonsuzluğa açılan kapısıydı bizim “hep”lerimiz. Bakmayın siz şimdi “hiç” -gibi- olduklarına, bir sonbahar aşklaşmasının şüphenin kıyısından bile geçmediği inanmışlığıydı onlar. Ömürde sadece bir defa tutunulabilecek umut, geçmişi silip sıfırdan başlamanın kalbe vurulmuş mührüydü işte. Güzellikler diyordum; onlar erteleme falan da olmadı hayat denilen yolculuğumuzda. İptal edilmiş sözler, vazgeçilmiş ne zamanlarımız var. Var işte bir şeyler, yaşanmamış birçok şeyler… Yani o gitti, sonra ben de gittim! Oynanmamış oyunlarımızı, yaşanmamış maceralarımızı, diyemeyeceğim neler nelerimizi cebime koyup gitmeseydim…! (Bilyelerini cebine doldurup ağlayarak giden/sokağından uzaklaşan çocuk gibi. Ama mutlaka burnunu çeke çeke olmalı; çocukluğun, masumiyetin ama en çok da hak etmişliğin nişanesi olarak. Ve bir de… Ama neyse şimdi!)
Siz onu bir edebiyat karakteri olarak düşünün (roman karakteri demek de eksik olur; o, tepeden tırnağa bir edebiyat karakteri. Aslında edebiyat üstü bir şaheser demeliyim biliyorum. Edebiyat, onu anlatabilmemin derdi olmalı! Yazarken eksik anlatmaktan çekindiğim ve öyle olduğunu da bildiğim bir roman kişisi; âşıklığımın, şairliğimin şiir kadını, ve tabii ki ve hâliyle sevmelere doyulamayacak biri olarak kaderime düğümlenen yegânelik bir yaratılış eseri.
Ben onu birçok zaman (ki zamanlar üstü sevgilim olurdu kendisi) henüz yapılamamış dünyanın en güzel tablosu olarak düşündüm. Ressamlığın çaresiz kaldığı, cinnet geçirdiği son sınır… (Bir önceki yazımızda “Ah mine’l aşk” dediğimizden, tekrara düşmemek için şimdi de şey diyelim ki hem buraya gider hem de kendi kendime ona/onunla konuştuğum zamanlarda çok demişimdir ben: “Âh be sevgilim!” Ama bir defa yetmez ki; aşk ile bir daha: “Ââh be sevgilim!”)
“Bitanem” demenin yetmediği yerlerde “biriciğim” dediğimiz de olurdu aramızda. “Canım” demek az gelir, “canımın içi” diye söyleniverirdi işte. O “aşkım” diye açardı telefonu, ben “yavrum” diye cevap verirdim. Masalsı bir roman gibiydik! Heyecanımı hiçbir konuşmamızda yenemedim ve belki birçoğunda saçmaladım. Ama neyse ki o bilirdi beni.
Aklımı çıldırtan şeyler söylerdi ve onlar çıldırmış aklımda ömürlük yerini alırdı. Şaşırıp kalakalırdım öylece. (Sonra başka türlü şaşırttı. Şaşırtmayı severdi benim sevgilim!) Bir keresinde “benim senle ilgili derdimin dermanı da sensin” demişti. Bir acayip cümleydi o benim için. Güzel bir yazıyla tablo yaptırıp duvarıma asmayı düşünürken ben, birden onu unutma mecburiyeti içinde buldum kendimi! (Kimin aklına gelir ki? Hem unutmak konusunda başarılı olmuş muyumdur sizce?) Onu unutmak, kendimi de unutmak demekti. (Biliyorum bunu anlatması çok zor.) Unutmak denilen şey, ne büyük ihanetti! Değerlerine, inanmışlıklarına, verilmiş sözlere, hatıralara ve gönle… Oysa ben ihanet nedir bilmezdim. Bir nefes ondan gafil olsam, ona olan sevgime ihanet sayardım bunu. Hani demiş ya Tebrizli aşk insanı Şems: “Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmedim.” diye. Şimdi ben de “mantar” desem o, “kuş” desem o, “bugün hava güzel” desem aslında hep ondan bahsediyorum(du).
Yine bir keresinde (biliyorum aşkın “bir kere”leri hiç bitmez, her ânı bir mucize olunca işte) altı pembe üstü beyaz olan çayır mantarının çocukluğumun mantarı olduğunu, mantar toplamaya ilk çayır mantarıyla başladığımı söylediğimde “bundan sonra benim en sevdiğim mantar da o öyleyse” demişti. Bari çocukluğuma sahip çıkmasaydın ya, bak şimdi o da sahipsiz kaldı! (Sahi bir de birlikte hiç mantar toplamadık biz.) Ama o da “panda videoları izlemek iyi geliyor” dedi diye, panda en sevdiğim hayvanlardan biri oluverdi. Ben sincap seviyorum diye o da sincapları sevmiş midir ki? Şimdi sizler kolayca okurken bunları ben ne kadar zor yazıyorum diye söylememe gerek var mı!) Hem kızınca çok güzel söverdi sevgilim bana! Ama çok saftım lan ben ya da âşıktım işte! Bakmayın siz; güzel seven adam yapmışlar da sıfatı bu dünya hayatı için israftan öteye gitmemiş. Yani biraz boşuna yapmışlar gibi sanki! (Ben bu kadar güzel seven adam olmazdım aslında, o bu kadar sevilesi bir şey olmasaydı. Ama bu aramızda kalsın olur mu? Okurdan gizlemek olmaz şimdi. Hem onu hiç ilgilendirmiyordur sanırım/sanki benim onu ne kadar sevmiş olduğum!) “Neyleyim sen yoksan eğer, yazı kışı baharı?” “Bir ömür yetmez ki sana doymaya. Âh be sevgilim!” Bir de şu bahar mevsimi gelmeyeydi ya!
Hani bir önceki yazımda söylemiştim ben size: “Gülümsemek için dudaklarının hepsini kullanması gerekmiyordu, kıyısı yetiyordu adamın aklını baştan almaya. Gözleri ise ceylanları kıskandıracak kadardı. Hele bir “hı hı” deyişi vardı ki dünyanın en tatlı şeyi dillenirken benim gönlümde kıyametler kopardı o an. Bir de elleri ama anlatamam işte. Ben onu size anlatamam. Buna cümlelerim yetmez. Bildiğim en yegâne şey, bu dünyada kimse onun gibi sevilecek kadar değil. O öyle biri işte. Daha doğrusu öyle biriydi. Yaa, bi de başını hafif yana düşürüp yürüyüşü… Âh, neyse!” diye söylemiştim. Yine söyledim işte… İşte yine söyledim. Ben onu sevmelere doyamamışken söylemeye nasıl doyabilirdim ki?
Biliyorum, yine anlatamadım onu onun kadar. Yanından bile geçemedim üstelik. Ne kadar çabaladığıma siz şahitsiniz ama. Benim sevgilim çok şahaneydi. Ama ben onu çok sevdim. Acayip çok sevdim. Sevmiştim yani işte. Âh be sevgilim!
Şimdi bu onunla ilgili son yazım ama henüz bitmedi!
Yine bir keresinde…
En güzel hatıralar cümlelere emanet
Her hatıranın şiire dönüştüğü
iki âşık gibi bir şeydik
Akışa uymayan bir ayrılığın eski âşıklarından sayılırım
edebiyat karakteri
Ömürde sadece bir defa tutunulabilecek umut
*
ÇOK GÜZEL
-birden onu unutma mecburiyeti içinde buldum kendimi
-“Gülümsemek için dudaklarının hepsini kullanması gerekmiyordu, kıyısı yetiyordu adamın aklını baştan almaya.
Tüm sevenlerin kavuşması dileğiyle emeğinize sağlık