Bir olguya verilen tepkilerin zamanla değişmesi ya da yok olması. Yani ‘‘hissizleşmek’’. Duygu durumu her an aynı kalmıyor kimsenin. Ve kimse de kolay kolay hissizleşmiyor. Bir olaya ya da kişiye hissedilen duyguların değişmesinin temel nedeni; beklentiler falan değil, hassasiyet ve empati yoksunluğu.
Ortak bir noktaya senin gösterdiğin hassasiyeti göstermeyen ve senin üzerinden adeta geçerek, koca ayaklarıyla tepiniyormuş gibi bir his bırakarak yoluna devam eden kim ya da ne varsa buz gibi oluyorsun. Farkında olmaları ya da olmamaları sorun da olmuyor bir süre sonra. Çünkü sen zaten o eşiği çoktan geçmişsin. Kırılmıyor ve üzülmüyorsun. İşte bu noktada başlıyor ‘hissizleşmek:’
Önceden ağladığın şeylere ağlamıyorsun mesela. Yine önemsiyorsun belki ama böyle buz gibi soğuk hissediyorsun. İnsan en önem verdiği yerlerden kırılıp dökülünce bir süre sonra kırmaya dökmeye bile tenezzül etmiyor. Çünkü her türlü hissi, iyi niyeti bir solukta yutuveren canavarlaşmış kalplerle dolu her taraf.
‘‘Bir süredir hissizlik inzivasına çekilmiştim: Hissetmemek, dünyanın sana dokunmasına izin vermemek çok daha tehlikesiz.’’ (Sylvia Plath) Yazarın da dediği gibi zamanla dünyanın sana dokunmasına izin vermemek için artık istem dışı hissizleşiyorsun. Bu duygusuzluk hali, yalnız kalmayı daha da sempatik gösterdiği gibi insanı güçlü de kılıyor. Tabi bu durumun tercih meselesi değil tamamen yaşanmışlıklardan oluştuğunu kimse anlamak istemez. Günün sonunda çiçekler açtırdığın ve yine sana çiçekler açtıran olaylar da olur. Onların yüzü suyu hürmetine yine iyi ama güçlü olursun!