“Güneşi ardına alanlar önünde kendi gölgesini görür…”
Çalışma hayatındaki hiyerarşi, çoğu zaman karşılıklı saygı ve anlayış yerine, güç mücadelesine dönüşüyor. Peki, bu durumun nedenleri neler ve çözümü mümkün mü? Kendi deneyimlerimden yola çıkarak bu sorulara cevap aramaya çalışacağım.
Genel olarak çocukluğumuzda yeterince değer görmeden veya fazla değer görerek yetişmişiz. Bu nedenle, ileride üst konumlarda çalışırken astlarımıza veya bizden daha alt seviyedeki insanlara değer vermeden yaşamımızı sürdürebiliyoruz. Elbette bu durumun istisnaları var; ancak toplumun genel karakteristik yapısına baktığımızda, bu davranış ön planda. İstisnalarla karşılaştığımızda önce şaşırır, sonra alışırız; ama zamanla haddimizi aşıp, karşımızdaki kişiye gereğinden fazla yakınlık gösteririz. Aileden gelen asil davranışlara sahip insanlar ise her ortamda kendilerini belli eder. Bu tür insanlar ne kadar değer görürse o kadar geri çekilir, verilen değere saygı ile karşılık verir.
Peki, bu olumsuz durumu nasıl düzeltebiliriz? Teknik ayrıntıları uzmanlarına bırakarak, kendi yaşam tecrübemden edindiğim birkaç düşünceyi paylaşmak istiyorum.
Çocuklarımızın şahsiyetine saygı gösterip aile içindeki kararlara onları da dâhil ederek bu konuda kayda değer bir mesafe alabiliriz. Çocuklarımızla ilgili kararlarda mutlaka onların düşüncelerini de alarak kendilerini değerli hissetmelerini sağlamalıyız. Bu demek değildir ki her kararı onaylarına sunmalıyız ancak kararlara onları da bir şekilde dahil etmeliyiz. Örneğin, yıllar önce bir kravat seçerken küçük kızıma bir tane elbiseme uygun, bir tane de aykırı kravat gösterip hangisini seçmem gerektiğini sorardım. Elbiseye uygun olanı seçtiğinde onun seçimini tercih ettiğimde gözlerindeki mutluluğu görmek değerliydi. Misafirler geldiğinde “Biliyor musunuz, babamın giyeceği kravatı ben seçiyorum,” diyerek gururla anlatırdı.
İnsani değerlere sahip, demokrat yöneticiler ne yazık ki zorlanıyorlar. Çünkü iyi niyetleri genellikle istismar ediliyor. Karşı tarafı incitmemek adına bu durumu sineye çekseler de, çalışanlar bu samimiyeti yanlış anlıyor ve yöneticilerine bir kahve arkadaşı gibi davranabiliyor. Bu yüzden, bu tür yöneticilerin, dışarıdan bakıldığında otorite ve ast-üst ilişkisini koruyacak bir duruş sergilemesi önemli. Aksi halde, sunulan rahatlığı istismar etmeye yatkın olduğumuzdan, işlerimizi erteleme, ardından ise sorunlarla karşılaşma gibi durumlarla baş başa kalıyoruz. Yöneticinin, insani değerlere sahip olması güzel bir özellik olsa da, mesafeyi koruması profesyonel bir iş ortamı için şarttır.
Diğer yandan, çok sert görüntü veren yöneticiler de bulunur ki bu da doğru bir yöntem değildir. Sert bir yönetim tarzıyla çalışanlar, hata yapmaktan çekinir ve daha dikkatli davranır ancak bu korku hataları gizlemelerine yol açabilir. Hatalar zamanında fark edilip çözülmek yerine, halının altına süpürülür ve büyüyerek daha zor çözülebilir bir hal alır.
Yöneticiler yaşlarına bakmaksızın kendilerini -cinsiyetten bağımsız kurumun babası gibi görerek çalışanlarına bir baba şefkatiyle yaklaşmalıdır. Bir baba çocuğunu nasıl şefkatle uyarırsa, yönetici de çalışanlarının hatalarını aynı şekilde uyarmalıdır. Böylece yanlış davranışlar zamanla ortadan kalkar, çalışanlar ise takdir edilmesi gereken başarılarında destek görür ve işe daha büyük bir şevkle sarılırlar.
Sonuç olarak, sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturmak için hem yöneticilerin hem de çalışanların üzerine düşen görevler bulunmaktadır. Karşılıklı saygı, güven ve anlayış temelinde kurulan ilişkiler, hem bireysel başarıyı hem de kurumsal başarıyı artıracaktır.