Dünya’daki futbolseverlere Hollanda futbolu hakkında ne düşünüyorsunuz veya en büyük futbolcusu kim diye sorarsanız, muhtemelen onu izlememiş olanlar bile onun adını verir. İsmi üstteki başlıkta zaten yazıyor ama onu zamanında canlı izleyememek sanırım futbolu çok seven her insan için bir yara bırakmıştır. Bakın, bu yazıda sadece futbol kariyerini kaleme aldım. 2020 yılında Ballon d’Or Rüya Takım’ın Gümüş 11’inde yer aldı. Çoğu otorite, Altın 11’e girmesi gerektiğini düşünüyordu. Futbolu zevk için oynadı. Sadece 1978-1981 yılları arasında Pele ve Beckenbauer’dan sonra ABD’de futbol oynaması başlı başına bir devrimdi. Sigara ve alkolü sevmesine karşın uzun bir futbol kariyeri oldu. Futbol kariyerinde 23 kupa kazandı ki bu bence yeterince iyi. 3 kez Avrupa’da Yılın Futbolcusu ve 1974 Dünya Kupası’nda Turnuvanın En İyi Futbolcusu ödülünü aldı. 68 yaşında kanserden dolayı vefat etti.
Johan Cruyff isimli bir delikanlı, Ajax’ın A Takımı’nda idmanlara başladığında, oyuncuların çoğu onu yıllardır tanıyorlardı. Cruyff, kulübün küçük stadının birkaç yüz metre ilerisinde, Doğu Amsterdam’da büyümüştü. 4 yaşından beri soyunma odasında A Takım oyuncularıyla sürekli sohbet ederdi. Buna rağmen yeni takım arkadaşlarını şaşırtmıştı. Sadece dehasından değil, çenesinden de etkilenmişlerdi. Top ayağındayken bile milli takımda oynamış oyunculara nereye koşmaları gerektiğini söyleyip dururdu. Onlar için asıl sinir bozucu olansa çoğu zaman haklı çıkmasıydı.
Cruyff’u, top ayağındayken, rakip oyuncular tarafından etrafı sarılmışken ve bir orkestra şefi gibi etrafına sürekli komutlar verirken hayal edin. Sahada her şey olup biterken, takım arkadaşlarına (ayrıca orta hakeme, yan hakemlere ve teknik direktörüne) ne yapmaları gerektiğini söylemek için vakit bulurdu. Bazen de savunma oyuncularını geçmek için depar atması gerektiğinde direktif vermeyi bırakırdı: 30’lu yaşlarında depara kalktıktan sonra daha da hızlanmak anlamına gelen “depar içinde depar” anlayışını geliştirdi. Bunun yanında Cruyff, hiç beklenmedik anlarda topa ayağının herhangi bir kısmıyla vurabiliyordu.
Fakat Cruyff, büyük bir oyuncudan çok daha ötesiydi. Pele ve Maradona’nın aksine o, ayrıca bir futbol düşünürüydü. “Brezilya” ya da “İngiltere” futbolunu bulan tek bir adamdan söz etmek mümkün değildir. Futbol, onlar için zamanla etkileşime uğramıştır. Fakat Cruyff ve Ajax’taki teknik direktörü Rinus Michels, Hollanda futbolunu icat etmişlerdir. Bugün Hollanda Milli Takımı ile çok yakın zamana kadar tiki-takası ile dünyaya kendini hayran bıraktıran Barcelona’nın futbolu, 1960’ların ortasında bu iki adamın Amsterdam’da ortaya çıkarttığı oyunun zaman içinde değişim geçirmiş halidir. Hollandalılar, Cruyff felsefesi ve onun tuhaf kişiliğinin ağırlığını daha yeni yeni üzerlerinden atmaya başladılar.
Johan Cruyff (gerçek adı Cruijff ancak yabancılar Cruyff ismini tercih ediyorlar) 25 Nisan 1947 yılında doğdu. Babası Mecus’un bir bakkal dükkânı vardı. Cruyff, neredeyse Ajax içinde büyüdü denilebilir. Büyük ihtimalle ana dilinden ve İspanyolcadan daha iyi konuştuğu mükemmel İngilizcesini de, 1950’lerde Ajax’ı çalıştıran İngiliz teknik direktörler Keith Spurgeon ve Vic Buckingham’ın evinde yaptığı kahvaltılar sayesinde öğrendi. Cruyff, “Çok uzun süreli bir eğitim almadım, her şeyi pratik yaparak öğrendim” demişti.
Manus, ona bir gün 10,000 sterlin olacağını söylediğinde henüz küçük bir çocuktu ve babasının, o daha 12 yaşındayken vefat etmesi muhtemelen hayatına yön veren en önemli olay oldu. Hayattayken Barcelona’da yaşamaya devam ederdi. O aile evinde mutfakta oturup babasının ruhuyla konuşuyordu (Johan Cruyff, 24 Mart 2016 tarihinde vefat etmiştir). Soyunma odasında bu yetim gencin her zaman diğerlerinden daha sert olması gerekti. Öyleydi de. Kendi çocuklarını Monopoly oynarken yenmek için hile yaptığı hakkında söylentiler bile vardı.
Cruyff’un ilk maçında Ajax, GVAV adlı takıma 3-1 yenilmişti. Hatta o sıralar çoğu kimse adını yanlış biliyordu. O maçtan sonra, 17 yaşındaki oyuncu bir süre deplasman maçlarında oynamadı. Ajax soyunma odalarını temizleyen annesi, daha güvenli olduğu için sadece kendi evlerinde oynadığı maçlarda oynaması kuralı koymuştu. O yıllarda Ajax, Doğu Amsterdam yarı profesyonel bir semt takımıydı. Fakat Cruyff’un ilk kez forma giymesinden iki ay sonra, 22 Haziran 1965’te, sağır çocuklara jimnastik öğretmenliği yapan Rinus Michels, ikinci el Skoda marka arabasıyla De Meer kapılarından içeriye girdi ve takımın yeni teknik direktörü oldu. Michels’in çılgın bir fikri vardı: Ajax’ı birinci sınıf uluslararası bir takıma dönüştürmek. Karşısına çıkan bu çelimsiz genç de en az onun kadar hırslıydı. Altı yıl içinde bu hayallerini gerçeğe dönüştürdüler.
Onların icat ettiği stil şimdilerde “total futbol” olarak adlandırılıyor. “Bu sisteme bu ismi biz değil, İngilizler taktı” demişti Ajax’ın sağ kanat oyuncusu Sjaak Swart. Bu stil, sürekli hızlı tek pas yapılan ve oyuncuların boş alan arayarak sürekli yer değiştirdiği bir oyun tarzıydı. Her oyuncunun bir oyun kurucu edasıyla düşünmesi gerekiyordu. Kaleci bile normalde atak başlatan fakat ne olduysa bir şekilde eldivenleri giymesi gereken bir oyuncu niteliğindeydi. Kanat oyuncuları ve bekler, top oynanan alanlarını genişletiyorlardı. Bu oyun sisteminde Cruyff, istediği yere gitmekte serbestti ve sürekli bir doğaçlamayla orkestrayı yöneten oyuncuydu. Dünya, total futbola ilk kez 1966 yılında şahit oldu; yoğun sis altında oynanan maçta Ajax, Liverpool’u 5-1’lik bir skorla hezimete uğratmıştı.
Artık Doğu Amsterdam’lı bu genç adamlar dünya çapında futbolcular olarak görülüyorlardı. Bohem hayatı yaşayan ve sigara kullanan Piet Keizer bir anda muhteşem bir sol açık olmuştu. Amsterdam direnişinin kahramanı Kuki Krol’un oğlu Ruud Krol da adını duyurmayı başarmıştı. Tıpkı semtteki az sayıda Yahudiden biri olan Swart isimli adamın, zamanında bisikletinin arkasında Ajax’a götürdüğü oğlu Sjakie gibi. Ancak Johan Cruyff, bütün Doğu Amsterdam’daki en orijinal oyuncuydu.
Cruyff’un 1997 yılında biyografisini yazan Nico Sheepmaker, diğer iki ayaklı büyük oyuncuların aksine, Cruyff’un dört ayaklı olduğunu söylemişti. Ondan önce neredeyse hiç kimse topa ayağının dışıyla vurmamıştı. Cruyff ayrıca bir sigara tiryakisine göre oldukça hızlıydı. “Benimle karşılaştırıldıklarında hep çok yavaştılar” lafı da onun ilk deyişlerinden birisidir, fakat o düşünme hızını ön plana çıkarmayı tercih ederdi. Ona göre hız, her şeyden önce ne zaman koşmaya başlamak gerektiğini bilmek meselesiydi. Futbol “kafayla oynanan bir oyundu.” Ayrıca, sanki Mars’tan gelen birisiymiş gibi “Bu insanlar oyunu hep aynı şekilde oynadılar ama yanılıyorlar” diyen de oydu.
Cruyff, gelenekleri umursamadan her şeyi baştan düşünmüştü. En harika golü de bunun bir kanıtıydı. Amatör bir takımla yaptıkları ve statta hiçbir kameranın olmadığı bir maçta, topla kaleye doğru ilerlerken kaleci onu karşılamak için açılmıştı. Daha sonra Cruyff geri dönüp kendi yarı sahasına doğru koşmaya başladı. Kaleci de topun artık Cruyff’un ayağında olmadığını anlayana dek onu orta saha çizgisine kadar takip etti. Cruyff, kaleciye hissettirmeden topu topuğuyla ağlara göndermişti.
Cruyff sadece kendi oyununun sorumluluğunu taşımıyordu. Michels ona, “Takım arkadaşın hata yapmadan önce bunu önceden anlayıp engellemen gerekir” demişti. Cruyff’un ileriki yıllarda takım arkadaşı olan Frank Rijkaard, Maradona’nın maçı tek başına kazandırabilecek kadar iyi olduğunu fakat Cruyff gibi maçı kazanmak adına takımın taktiğini değiştirebilme yeteneğine sahip olmadığını söylemişti.
Cruyff, kendi zamanının çocuğuydu. Franz Beckenbauer veya 1968 Paris’indeki öğrenciler gibi o da savaş sonrasının asi ruhunu taşıyordu. Cruyff’tan önce Hollandalı oyuncular kulüp başkanının kapısını çalıp onlara ne kadar ödeneceğini sorarlardı. Cruyff ise kayınpederi Cor Coster’i ödeme görüşmeleri için yanında götürerek bir ilke imza atmıştı. Cruyff, Ajax’taki herkesi çılgına çeviriyordu. Amsterdamlı işçi sınıfı aksanıyla hiç susmuyor, kendi dilbilgisi kurallarıyla garip kelimeler seçerek konuşuyor ve tartışmalara bu son noktayı hep o koyuyordu. Bir keresinde oyunculuk kariyeriyle ilgili olarak “En kötüsü de her şeyi herkesten daha iyi bilmenizdir. Yani sürekli konuşur, insanları düzeltirsiniz” demişti.
Kişiliği o kadar farklıydı ki Michels onu anlamak için iki psikolog görevlendirmişti. Cruyff yeni fikirlere her zaman açıktı ve onlarla konuşmaktan mutluluk duyuyordu. Psikolog Dolf Grunwald, sorunun kaynağının Cruyff’un babasına olan düşkünlüğü olduğunu söylemişti. “Bütün otoriteleri reddediyor çünkü bilinçaltında herkesi babasıyla karşılaştırıyor. Eğer Michels’in, babası kadar iyi olmadığını düşünmekten vazgeçebilirse daha fazla yol kat ederiz.” Grunwald ayrıca kendisine saldırıldığında Cruyff’un daha “gergin ve konuşkan” olduğunu söylemiş. Fakat kabul gördüğünü hissedince Cruyff sakinleşiyordu ve tavırları da değişiyordu. Sesi yumuşuyor, oturarak ve daha az konuşuyordu. Grunwald ve Michels’in aralarına soğukluk girdikten sonra Cruyff, Ajax’ın diğer psikoloğu olan Roelf Zeven’e gönderildi. Cruyff, seanslar sırasında yatağa uzanıp kayınpederi Coster’dan bahsederdi.
Bütün bu sohbetler işe yaramış olacak ki 1971’den 1973’e kadar Cruyff’lu Ajax, üç kez art arda Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu oldu. Stadı İngiltere’nin ikinci lig takımlarına göre bile küçük olan, esnaftan biraz fazla kazanan bu semt takımının futbolcuları futbolu yeniden icat etmişlerdi. Daha sonra Ajax içeriden çökmeye başladı. Cruyff’un ayrılışı takım içinde bir rahatsızlık yaratmıştı. 1973 yılında oyuncular bir kasaba otelinde yeni kaptanlarını seçmek için bir araya geldiler. Çoğunluk oyunu Keizer’e verdi. Cruyff’un Barcelona’ya gidişiyle takım tamamen çöktü. Cruyff da bir oyuncu olarak bir daha uluslararası bir kupa kazanamayacaktı.