Hoşgörü, genellikle “başkalarının farklılıklarına tahammül etmek” şeklinde algılanır. Oysa hoşgörü, sadece tahammül etmek değil, bilinçli bir kabul ve anlayış geliştirmektir. Gerçek hoşgörü, ötekini olduğu gibi görmek, onun varlığını ve düşüncelerini bir tehdit olarak değil, bir zenginlik olarak algılamaktır. Peki, biz hoşgörülü olduğumuzu düşündüğümüzde, gerçekten hoşgörülü müyüz, yoksa sadece kendi sınırlarımız içinde bir sabır gösterisi mi yapıyoruz?
Hoşgörünün Sınırları: Nerede Bitiyor, Nerede Başlıyor?
Bir insanın hoşgörülü olup olmadığını anlamak için en iyi test, onun farklı ve hatta rahatsız edici fikirlere karşı tutumuna bakmaktır. Kolayca kabul edebildiğimiz, bize yakın gelen düşüncelere karşı hoşgörülü olmak zaten doğaldır. Asıl mesele, bize tamamen zıt, hatta öfke uyandıran fikirlere karşı ne kadar sabırlı olabildiğimizdir.
Fakat burada kritik bir ayrım var: Hoşgörü, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmek anlamına gelmez. Bireyin özgürlüğünü, temel insan haklarını ihlal eden düşünceler ve eylemler karşısında “hoşgörülü” olmak, aslında bir tür kayıtsızlıktır. Hoşgörü, adalet ve vicdan terazisinde tartılmalıdır. Yani, hoşgörü adı altında baskıyı ve adaletsizliği normalleştiremeyiz.
Hoşgörü: Bireysel mi, Toplumsal mı?
Hoşgörü bireysel bir erdem gibi görünse de, aslında toplumsal yapıyı derinden etkileyen bir olgudur. Bir toplumda hoşgörü kültürü gelişmemişse, bireylerin de hoşgörülü olması zorlaşır. Medya, siyaset, eğitim ve aile ortamı, hoşgörünün öğrenildiği ve uygulandığı en temel alanlardır.
Eğer bu alanlar kutuplaşma ve ötekileştirme üzerine inşa edilirse, bireylerin hoşgörüyü içselleştirmesi imkânsız hale gelir. Eğitim, hoşgörünün en güçlü taşıyıcısıdır. Küçük yaşlardan itibaren insanlara farklılıkların doğal olduğu öğretilirse, empati yeteneği gelişir.
Fakat ne yazık ki, günümüz dünyasında çoğu eğitim sistemi bireyleri sorgulamaya değil, belirli kalıplara uymaya yönlendiriyor. Farklı düşünenler ya dışlanıyor ya da yanlışlanıyor. Halbuki düşünce çeşitliliği, ilerlemenin temel taşlarından biridir.
Hoşgörü: Olmadan Barış Mümkün mü?
Bugün dünyada pek çok çatışmanın temelinde hoşgörüsüzlük yatıyor. Din, dil, ırk, ideoloji ya da yaşam tarzı farklılıkları yüzünden savaşlar çıkıyor, toplumlar kutuplaşıyor. Oysa bu farklılıklar, düşmanlık sebebi değil, insanlığın zenginliği olarak görülmelidir.
Mevlâna’nın şu sözünü hatırlamakta fayda var: “Testinin içinde ne varsa, dışına da o sızar.” Eğer içimizde anlayış, sabır ve merhamet varsa, çevremize de bunu yayarız. Eğer içimiz öfke ve nefretle doluysa, bu da çevremize yansır. Toplumsal huzurun yolu, bireysel dönüşümden geçer.
Sonuç olarak, hoşgörü sadece bir erdem değil, insanlığın varoluşsal bir gerekliliğidir. Ancak unutulmamalıdır ki, hoşgörü tek taraflı bir süreç değildir. Gerçek hoşgörü, karşılıklı anlayışa, empatiye ve saygıya dayanır. Hoşgörüsüzlüğe hoşgörü gösterildiğinde, hoşgörünün kendisi yok olur. Bu yüzden, hoşgörüyü savunurken, onun sınırlarını da iyi belirlemek gerekir.
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim.
Hoşça kalın.
Teşekkürler Amine hocam iyiki varsınız