Dünyada en ilginç varlık nedir sizce? Okyanus ve buzulların karanlıklarında kalanlar mı? Güneş ışınlarına değer biçen ozon tabakası, çoğu insanın aksine gece ile gündüzü fark edebilen otlar mı? Gittikçe genişleyerek nokta halimizin üstüne bir bardak su içirten evren ya da onca yolu sırf dövülmek için gelen demir mi? 10 yıllardır üzerine yağmur yağmayan Sahra Çölü, en bereketli yağışını Amazonlara gönderirken devreye giren rüzgâr mı? Yağmur bulutlarına dünya üzerinde deniz, okyanus üstlerinden daha görülesi, gezilesi yerler de olduğunu gösteren rüzgâr mı?
Belki de müphemlikte, olağanüstülükte eline su dökülemeyen su…
Nasıl bir iltifata mazhar ki kanatsız salınabiliyor gökyüzüne, sonra damlasında şefkat tohumları saça saça sırılsıklam iniyor merhamete tabii olanların başına, aklına, şuuruna?
Tohum ve nefes için elzem gaz hali, deniz, okyanus sıcaklığının korunabilmesi için vacip buz hali, can için şart sıvı hali; sanki başka haller var suda, henüz künhüne varamadığımız başka başka haller, makamlar…
Hele sesi, ferahtır, rahatlatır; felahtır, huzur verir; sıkıntıdan, günlük endişelerden uzaklaştırır, ve şifadır can çekişmekte olan “hayret” duygusunun ağzına pamukla su damlatır.
O kadar ince bir ayarı yüklenmiş ki üstüne, yaşama ve ölüme aynı uzaklıkta olmak, bu dengeyi korumakta kimse eline su dökemiyor. Sanki ikisi de elinin kiri, bir salınması yetiyor. Ölüme anlam veren yaşam, yaşama mana veren ölüm, o ise aynı mesafede akarak ikisinin de tüm mefhumlarını yıkıya yıkıya akıyor.
Ya kılıca keskinlik veren, mermeri delebilen yumuşaklığı, önüne geleni sürükleyerek yolundan dönmeden akıp giden letafeti.
Koku yok, tat yok, renk yok; bunca yoklukla, can taşıyanlardaki bu yoklukların varoluş sebebi. Ne gördü de vazgeçti böyle her şeyden, sır ne ölmeden önce ölünüz düsturu mu? Bedenimize can bahşederken ruhumuzun nefesini kese kese kıvrılıyor.
Ve varıyor yolu divan edebiyatının kapısına. Bir bayram sabahı şeker toplamaya giden çocuk heyecanı ve coşkunluğunda, leziz şekerler, tatlı anlamlar, çağrışımlar, çikolata isimler ikram ediliyor ona: Sersebil, Kevser, Abıhayat, Horhor, Çeşme, Gülsuyu, Zülal… İsimler yıllar içinde suya karıştıkça şiir ballanıyor, su en çok bu kapıda tatlanıyor.
Gökyüzüyle yeryüzünü bağlayan, insanla yaşamı, yumuşaklıkla gücü bağlayan, tohumla doğumu, yoklukla varlığı bağlayan, sanatla lezzeti, şifayla zamanı bağlayan, geçmişle geleceği, huzurla nefesi bağlayan ve şu an kendiyle, çevresiyle doğru dürüst bağ kuramayan insanın yüzde yetmişini oluşturan, göremediğimiz ne?
Yanıcı hidrojenle, yakıcı oksijenin birleşip suya dönüşmeleri gibi, yanıcı bedeni yakıcı aşkla birleştir ve ak Rabbe doğru akışta ol her daim…