Hayat yolunda yürürken hepimiz zaman zaman omuzlarımıza görünmeyen yükler alırız. Kimimiz geleceğin belirsizliğinden kaygılanır, kimimiz geçmişte yaşadığı bir acının gölgesinde korkuyla yaşar.
Bazen sabaha karşı uykumuz kaçar, kafamızın içinde dönen sorulara cevap ararız: “Ya başaramazsam?”, “Ya sevdiklerime bir şey olursa?”, “Ya ben yetmezsem?”
Aslında bu soruların çoğu hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez. Ama biz, sanki olacakmış gibi kaygılanır, korkar ve çoğu zaman olduğumuz yerden kıpırdayamaz hale geliriz.
Kaygı, gelecekte olabilecek kötü ihtimallere karşı gösterdiğimiz bir doğal tepkidir. Korku ise çoğu zaman geçmişin izlerinden beslenir. İkisi de, bizi korumaya çalışan bir alarm sistemi gibi çalışır. Aslında kötü niyetli değiller; sadece bize “dikkatli ol” demeye çalışıyorlar. Fakat sorun şurada başlıyor: Eğer bu sesleri çok fazla dinlersek, adım atamaz hale geliyoruz. İçimizdeki o sessiz fırtınalar büyüyor, büyüyor ve hayatımızın önüne kocaman duvarlar örüyor.
Bazen fark etmeden sırf korktuğumuz için bir işe başlamıyoruz. Sırf kaygılandığımız için birini aramıyoruz. Sırf kafamızda olumsuz senaryolar kurduğumuz için güzel bir ihtimali elimizin tersiyle itiyoruz.
Hâlbuki… Hiçbirimiz geleceği yüzde yüz bilemeyiz. Hayat, hep bilinmezlerle dolu. Ve biz, bütün bu bilinmezliklere rağmen yol almaya çalışıyoruz. Bu bile başlı başına büyük bir cesaret değil mi?
Ben şuna inanıyorum: Korkularımızı görmezden gelmek, yok saymak çözüm değil. Onlarla oturup konuşur gibi bir ilişki kurmalıyız. “Tamam, buradasın. Seni duyuyorum. Ama ben yine de ilerleyeceğim.” diyebilmeliyiz. Çünkü gerçek cesaret, korkmamak değil; korkarken de adım atabilmektir.
Kaygı geldiğinde, ona “Hoş geldin.” demeyi öğrenmeliyiz. Sonra ona şefkatle bakıp, kendimize şunu sormalıyız:
“Şu anda gerçekten bir tehlike var mı, yoksa bu sadece zihnimin bir oyunu mu?”
Çoğu zaman göreceğiz ki; yaşadığımız korkular, düşündüğümüz kadar büyük, düşündüğümüz kadar gerçek değil. Bazen sadece bir adım atmak, bazen sadece “deneyeyim” demek bile bütün o karanlığı aydınlatabiliyor.
Kendimize şefkat göstermeyi unutmayalım. Korkularımızla savaşmayalım; onları anlayalım. Kaygılarımızı bastırmayalım; onları yönetmeyi öğrenelim. Çünkü günün sonunda hepimiz aynı gemideyiz: Hatalarımızla, endişelerimizle, korkularımızla, umutlarımızla…
Ve en güzel tarafı da şu: İçimizdeki fırtınalar ne kadar şiddetli olursa olsun, biz her zaman yeniden sakin bir liman bulabiliriz.