Küçük kız, neredeyse boyunun iki katı olan ayna da kendini seyrediyordu. Mağaza çalışanları da tebessümle ona bakıp gülümsüyorlardı…
Bir gün değil, haftalarca üstündeki prenses elbisesiyle öylece kalabilirdi. Eteğini iki küçük elleriyle bir o yana bir bu yana sallayıp, göz ucuyla annesine bakmayı da ihmal etmiyordu.
Tüm renkleri severdi ama bu renkte istemişti elbisesini. Kararsız ve inatçı asla değildi. Öyle annesini üzen kızlar gibi mızmız hiç değildi. Bir şeyi beğendi mi artık, başka bir şeye bakmaya gerek duymazdı.
İşte hayal ettiği elbiseyi nasıl da bulmuştu…
O güne gelmek için zaman biraz hızlı akamaz mıydı?
Sahi, 21 Ağustos’a kaç gün kalmıştı?
Ceketinin düğmeleri ilikleniyor, yakası düzeltiliyordu. Kendisini giydiren abi “Aslan parçası ya maşallah, maşallah” deyip duruyordu. Abiyle iyice samimi olmuşlardı.
Aslında böyle kıyafetleri giymeyi hiç sevmezdi. Hele de bu ağustos sıcağında nasıl durabilecekti ki içinde
Kırık beyaz takım elbisesi içinde kendini farklı biri gibi gördü. Babasına benzemişti sanki. Daha 9 yaşına yeni girmişti oysa ki. Bisiklet sürerken ki araba camlarındaki görüntüsü ile hiç benzemiyordu. Kıyafetin ağırlığıyla, dudaklarında belli belirsiz gururlanma gülümsemesi bile oluşmuştu.
Etrafındaki herkesin ona doğru direk bakmasından dolayı bu gülümsemeyi biraz gizlemeye çalışıyordu.. Demek insan üzerindeki kıyafetiyle kendini prens gibi hissedebiliyormuş. Kıyafet insanı ne çok değiştiriyor öyle.
Bu kıyafetle okula gitsem ne komik olur haaa. 🙂
Piknikte ağaçların arasından bu kıyafetlerim ve asamla çıkıp arkadaşlarımı korkutsam…
Hatta maç yaparken kaleyi bu kıyafetlerle savunsam. 🙂
Düşünceler bir bir aklından geçerken, birden annesi, “Tamam mı beğendin mi?” diyerek onu bu düşüncelerden uzaklaştırdı.
Çünkü O’nu en iyi annesi tanırdı. Şimdi de anlamıştı onu. Hayallere daldığını ve konudan çok uzaklaştığını… Yoksa O, uzun süre bu giysiler içinde, bir hayalden diğerine koşacaktı…
Biraz dalgın, biraz hayalci ama zeki bir çocuktu.
Babası ile birlikte çalışmak, ona yardım etmek en sevdiği işlerdendi. Babasının küçük bir mağaza dükkanı vardı.Küçük olsada buraya çok gelen olurdu.
Okul çağına kadar babasının yanına çok sık gider ona yardım ederdi. Aslında yardımdan çok babasıyla olmak güzeldi. Mağazaya gelen amcalarla sohbet etmeye bayılırdı. övgüler geldiğinde , utanır saklanacak yer arardı.
Ya o gün nasıl saklanacaktı?
Sahi, 21 Ağustosa kaç gün kalmıştı?
Önünde duran davetiyelere baktı, daha yazılacak ne çok isim vardı.İnsanın sevdiklerinin çok olması iyi birşey de diye gülümsedi.
Aylar öncesinden davet listesini hazırlamıştı. Unutulan akrabalar aklına geldikçe eklemeler yapıyordu… Elbette kimseyi unutmak olmazdı. Ne zor işlermiş bunlar diye söylenip bir yandan da koşuşturuyordu.
Tüm organizasyonu yapmak, ayarlamak, yer bulmak, davetiye basımı, yemek ikramı, kıyafetler, fotoğraf çekimleri, evin temizlenme ve yenilenmesi derken cidden çok yorulmuştu..
Acaba, o gün geldiğinde yorgunluktan ayakta durabilecek miydi?
Sahi, 21 Ağustosa kaç gün kalmıştı?
………………………..
Ve O gün geldi… Her yerde bir başka acı. Kiminde baba için göz yaşı dökülüyor kiminde anne için. Bazı yuvalar içindeki tüm canlarla beraber yitip gitmiş. Kimisinde ne ev kalmıştı ne bir hatıra nede onu hatırlayacak bir insan.
….
Dersimiz bitmiş, çoğu velim gibi “çay alırmısınız hocam?” demişti. Çok vaktim yoktu aslında ama çay en büyük zaafımdı. Vaktim yok deyip başladığım (cidden yoktu) sohbetimizde bunları anlatmıştı..
Zaman artık ikimiz için de durmuş, pek anlam ifade etmiyordu.
Senin öğrencin var ya hocam onlar benim ikinci hayatım..
Bir iki yaş büyük abisi de var.
Ben, aslında biz…
Biz eşimle, 17 Ağustos da her şeyimizi kaybettik.
Evimiz yıkıldı..
İşyerimiz, mağazamız yıkıldı, Bunlar hiçbir şey. Ben, İki evladımı kaybettim.
Sanki artık doğrulamam sanıyordum ama Allah bana tekrar iki evlat, yeni işyeri ve başımı sokabileceğim ev nasip etti…
Kaçıncı bardak olmuştu içtiğim çay hatırlamıyorum. Tazeleyip getirirken bardağımı velimin elinde bu sefer birde çerçeve vardı.
Titreyen elleriyle bana uzattı. Pembe prenses elbisesi ile uzun sarı saçlı kız bana sanki gülümsüyordu.Yanında yakışıklı abisi elini kardeşinin omzuna atmış , dudaklarında hafif bir gururlanma ile farklı diyarlardan bana hoş geldin evimize der gibiydi.
…….
Acılar zamanla azalsa da elbette geçmezdi.
Zordu tabi ki… Ama isyan etmemek hayata tutunmak gerekliydi bir şekilde.
Tüm yitiği olanların ötelerde kavuşması ve bir daha böylesi acılar yaşamamak duasıyla…
17 Ağustos şehitlerinin tümüne yazılmıştır.
Saygılarımla…
Tebrikler…Acılar insanı olgunlaştırıyor,zamanla azalsa da unutulamıyor..
Elinize gönlünüze sağlık hocam yine çok güzel bir yazı olmuş. Böyle acılar bir daha yaşanmasın inşallah.
Hayat bu işte. Bugün var, yarın yokuz.. Sevdiklerimizin kıymetini bilmek lazım.. Kaleminize, yüreğinize sağlık.
Çok güzel olmuş her seferinde daha farklı daha güzel bi yazıyla karşılaşıyoruz ellerinizi sağlık 🙏🏻😘
Hiçbir acı unutulmaz. Sadece olgunlaştığımızı sanarız. Yüreğine ve kaleminize sağlık.. Güzel ve akıcı..
Ertesi gün üniversiteye gidecektim güya…Planlar planlar planlar…
🙏