Günümüzde psikolojik sorunların ve ruhsal hastalıkların tedavisi noktasında hem klinisyenler hem de hastalar ikiye ayrılmış durumda. Bir tarafta terapinin gereksiz ve işe yaramaz olduğunu düşünüp psikiyatrik ilaçların gerçek tedavi olduğunu savunanlar, diğer tarafta ise ilaç kullanımını tamamen reddedip sadece terapi ile bütün ruhsal şikayetlerin çözülebileceğini savunanlar yer almakta. Bu yazımızda doğru ruhsal tedavi için en sağlıklı yöntemin hangisi olduğunu aktarmaya çalışacağız.
Farmakolojik Tedavi (İlaç Tedavisi)
Her şey zehirdir, önemli olan dozudur. (Paracelsus)
Farmakoloji ya da eczabilim Antik Yunancada farmakon (ilaç) ve logos (bilim) kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir. Ayrıca ‘‘farmakon’’ (pharmacon) kelimesi ilaç manasının yanında zehir anlamı da taşımaktadır. Bu etimolojik bilgi ilacın kimi zaman şifa kimi zamansa zehir olabileceği noktasında bize ışık tutmaktadır.
Dünyada ve özellikle de ülkemizde ne yazık ki yıllık antidepresan kullanımı yüz binlerden milyonlara çıkmış bulunmakta. Fakat ilaç kullanımındaki bunca artışa binaen hala ruhsal şikayetlerin oldukça yaygın olduğunu gözlemleyebilmekteyiz. Ülkemizin ruh sağlığı gözlemlendiğinde de durum hiç iç açıcı görünmemektedir. Birleşmiş Milletlerin 149 ülke arasında yaptığı Dünya Mutluluk Raporu’na göre ülkemiz 104. Sırada yer almaktadır.
Öyleyse, söz konusu ruhsal hastalıklar olduğunda ilaçların tedavide nasıl bir konumu bulunmaktadır? Sadece yukarıda bahsedilen verilere dayanarak bile sadece ilaçla tedavinin psikolojik sorunların çözülmesinde yeterli olmadığını görebilmekteyiz. Fakat meseleyi birkaç örnekle aydınlatmanın herkes için daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Sadece İlaç Yeterli mi?
Karnında tümör olan bir hasta düşünelim. İlgili hekimler gerekli tetkikler sonucunda bu tümörü ameliyat ile almaya karar vermiş olsunlar. Ameliyat öncesinde elbette hastaya anestezi uygulanacaktır. Anestezinin görevi hastayı uyutup beyine giden acı hissetme yollarını bir süreliğine kesmektir. Ancak hastaya anestezi uygulandıktan sonra tümöre herhangi bir uygulama yapılmadığını ve hastanın uyandırıldığını düşünelim. İşte bu semptomatik tedavidir, yani yalnızca gözle görülen sorunu, acıyı, yok etmeye odaklı bir müdahaledir. Sonuç olarak sadece bir süreliğine beyine giden acı sinyallerini kesip asıl rahatsızlığın sebebi olan tümöre dokunmamanın hastaya hiçbir yararı olmayacaktır. Bu örnekteki anestezi, ruhsal tedavideki salt ilaç tedavisine tekabül etmektedir.
Fakat anestezi uygulandıktan sonra ameliyatla tümör vücuttan çıkarılırsa hasta sağlığına kavuşacaktır. Buradaki ameliyat ise psikoterapiye tekabül etmektedir. Buradan çıkaracağımız sonuç: Psikolojik tedavide ilacın, hastayı psikoterapiye müsait hale getirme işlevi gördüğüdür.
Daha ileri, klinik boyuttaki hastalıklardan bir örnek vermemiz gerekirse şizofreni hastalarının tedavisini ele alabiliriz. Şizofreni bir beyin hastalığıdır. Bireyin gerçeklikten kopuşu söz konusudur. Bu nedenle direkt olarak psikoterapi uygulanamaz. Şimdi bir şizofreni vakasının tedavisini kısaca açıklayarak meseleyi daha iyi anlamaya çalışalım. Örneğin kişi ‘‘Uzaylılar beynime bir çip taktılar, düşüncelerimden her an haberdarlar ve eminim beni öldürmek istiyorlar’’ gibi çeşitli hezeyanlara sahip olsun. Bu pozisyondaki kişiye psikiyatri uzmanı antipsikotik ilaç tedavisi uygular. Daha sonra zaman içinde hastanın bu yanlış inançlarını gözlemler ta ki hasta ‘‘Bilmiyorum… Aslında uzaylılar… Çip… Bana da artık biraz garip gelmeye başladı’’ gibi semptomlarının hafiflediğini gösteren işaretler verene kadar. Bu aşamadan sonra da devreye psikoterapi girer ve tedavi bu minvalde ilerler.
Psikoterapinin Tedavideki Rolü
Psikoterapi, Yunanca psiko (ruh) ve terapi (iyileştirme) sözcüklerinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Buradan hareketle ‘‘ruh ile iyileştirme’’ gibi bir manaya varabilmekteyiz. Burada kastedilen elbette terapist ve danışan arasındaki ilişki üzerinden elde edilen şifadır. İnsan ilişkisel bir yaratıktır. Dolayısıyla şikayet edilen sorunun terapi odasında tekrar masaya yatırılması, üzerine düşünülmesi ve bir uzman ile sağlıklı bir ilişki içinde gerekli adımların atılması gerekmektedir. Bu süreç genelde can sıkıcıdır. Kişi hayatı boyunca yadısıdığı onca duygu, düşünce, kaygı ve travmayla karşı karşıya gelmektedir.
Ağrı kesici ve hız çağı olarak nitelendirebileceğimiz günümüzde, ağrıdan ve acıdan hızlıca kaçmak en büyük alışkanlıklarımız haline gelmiş bulunmakta. Dolayısıyla çoğu hasta onca zihin yorucu seans ve hakikatlerle yüz yüze gelmek gibi can sıkıcı durumları içeren psikoterapiye tercihen ilaç kullanmak hiç şüphesiz daha kolay gelmekte. Ancak insan canlısının yapısına son derece ters olan bu uygulama (şart olmadığı halde ilaç kullanımı) yerine yaralarımızı incelemek, acılarımızı hemen dindirmeden önce onların ne demek istediğini anlamaya çalışmak eminim hepimizin faydasına olacaktır.
Elbette gerekli olduğu takdirde uzman bir hekim kontrolünde ilaca başvurulmalıdır. Fakat görüyoruz ki gün geçtikçe insana ve onun ruh sağlığına verilen önem, ilaç şirketlerinin vicdanına bırakılmakta ve antidepresan gibi yan etkileri hiç de azımsanmayacak ilaçların kullanım yaşı gittikçe düşmektedir. Kullanım amacı intiharı önlemek olan ilacın yan etkilerindeki ‘‘intihara yatkınlık’’ ibaresi sanırım bütün konuyu oldukça iyi açıklamaktadır.