E.T.A. Hoffmann’ın Kum Adam hikâyesinin kahramanı Nathanael’in, çocukluğunun kâbusu korkunç canavarı anlattığı mektubu yanlışlıkla arkadaşı Lothar’ın yerine kız kardeşi ve aynı zamanda Nathanael’in sevgilisi olan Klara’nın eline geçer. Klara mektubu okur; Nathanael’in yaşadığı bu korkunun sebebinin yalnızca zihninin bir oyunu olduğunu ve bunun, dışındaki dünyayla hiçbir mantıklı bağlantısının olmadığını dile getirir. Kötülükle veya karanlık güçlerle ilgili açıklaması ise sağlam bir psikanalitik yorumdur: “İçimize bizi tutmak ve başka zaman ayak basmayacağımız bir yola çekmek için kötü ve haince bir iplik yerleştiren karanlık bir güç varsa, o gücün de bizimle aynı biçime girmesi, benliğimizle bütünleşmesi gerekir, ancak o zaman ona inanır ve gizli görevini yerine getirebilmesi için ona gereksinimi olan bir alan sağlarız. Oysa neşeli bir yaşamla güçlenen zihinlerimiz, yabancı ve kötü etkilerin niteliklerini tanıyabilecek kararlılığa ulaşmışsa, eğilimlerimizin ve işlerimizin bizi yönelttiği yolda soğukkanlılıkla ilerlersek, o kötü güç aslında bizim aynadaki yansımamız olan biçimini oluşturmaya çabalarken yitip gider.” Nathanael bu karanlık güçlere biraz da yaşadığı fantastik olaylar neticesinde teslim olmuş, aklını yitirmiş ve akıl hastanesinde bir süre tedavi görmüştür. Bir süre sonra iyileşmiş, her şey yoluna girmiş görünmektedir. Yeni evlerine taşınmadan önce kentin sokaklarında gezerlerken nişanlısı Klara’nın önerisiyle Belediye kulesine çıkıp uzaktaki dağların görkemini izlemeye niyetlenirler. Ne olursa bundan sonra olur ve Nathanael elindeki sihirli dürbünle işaret edilen çalılığa bakacakken karşısında Klara’yı görür ve ürkünç bir bağırtıyla, çığlıklarla onu kuleden aşağı atmaya çalışır. Klara demir parmaklıklara sıkı sıkı tutunur, direnir. Bu bir masal, olağandışı bir anlatı olsa bile Klara şanslıydı ve ölmekten son anda kurtuldu. Yakın zamanda Edirnekapı surlarına zorla çıkarılarak aklın sınırlarını zorlayan bir vahşet seremonisiyle öldürülüp cesedi parça parça aşağı atılan 19 yaşındaki lise öğrencisi İkbal Uzuner ise, maalesef içindeki karanlık güce teslim olmuş, benliğinin şekillendirdiği hayalete can vererek onun biçimiyle bütünleşen raporlu bir psikopatın, plâncı bir sosyopatın kurbanı olmuştur. Aynı gün eve çağırdığı kız arkadaşını da öldüren katilin İncel hareketinin bir üyesi olduğu iddia edildi. Peki nedir bu İncel kültürü?
İncel (İnvoluntary Celibacy Project), İstemsiz Bekârlık Projesi’nin kısaltmasıdır. 1997’de Kanada’da yaşayan Alana adında biseksüel bir kadın tarafından ortaya atılan projenin asıl amacı, romantik ve/veya cinsel partner bulamayan, yalnızlıktan muzdarip kişileri gayet masumane bir niyetle buluşturmaktı. 4Chan ve Reddit gibi sitelerin oluşumuyla kavramın içeriği değişti ve aşırılık yanlılarının bir araya geldiği forumları, kadınları nasıl baştan çıkaracaklarına dair tüyoların verildiği ilk maskülinist çevrimiçi hareketlerden biri olan Pua’lar(pick-up artists)takip etti. Pua gurularının kadın tavlama taktikleri işe yaramayınca, üyeleri asıl sorunun geleneksel modele uymayan kadınlar olduğunu nefretle benimsediler, kadınları küçümsediler ve erkekler arası dostluklar ön plana geçti.
İlk İncel saldırısı 2014’te Kaliforniya’da Elliot Rodger tarafından gerçekleştirildi. Altı kişiyi öldüren Rodger ardında bıraktığı mektupta, “İntikam Günü öyle bir gün olacak ki, hak etmediği keyfi yaşayan herkesin elinden o keyfi alacağım. Ben sahip olamıyorsam, onlar da olamayacak, yok edeceğim. Tüm kadınları yok edeceğim” diyordu. Bu olayla birlikte İncel hareketi radikal bir döngüye girdi. Bu olaydan yıllar önce, 1989’da Montreal’de École Polytechnique’te on dört kadını silahla öldürdükten sonra intihar eden Marc Lepine ise bıraktığı mektupta “Çünkü hayatımı her zaman mahveden feministleri Yaratıcılarına göndermeye karar verdim.” “…O kadar fırsatçılar ki, çağlar boyunca erkeklerin biriktirdiği bilgiden yararlanmayı ihmal etmiyorlar. Mümkün olduğunca her zaman onları yanlış tanıtmaya çalışıyorlar” demiştir. İncel terimi 2018’de Alek Minnasian’ın Toronto saldırısıyla birlikte hayli popülarite kazandı. Elliot Rodger ile Marc Lepine’in ortak noktaları, içedönük ve mutsuz olmaları, kadın dünyasından dışlanmış oldukları için onlara karşı nefret ve intikam duyguları beslemeleri, kurbanlarını öldürdükten sonra intihar etmeleriydi. 2021’de İngiltere’de annesi dâhil beş kişiyi öldüren Jale Davison’un da İncel gruplarıyla bağlantısı vardı.
İnceller(İstemsiz Bekârlar), Fransız yazar Michel Houellebecq’in “Mücadele Alanının Genişletilmesi” romanında, bu hareket başlamadan yıllar öncesinde sinyalini vermişti. Raphael adındaki karakter otuzlu yaşlarda, kadınlar tarafından beğenilmeyen, çirkin, son derece mutsuz, antifeminist, sistem içerisinde kapana kısılmış, kendine yabancılaşmış bir bilgisayar bilimcidir. Sarhoş olduğu bir akşam arkadaşına “Kendimi süpermarket reyonundaki selofanla sarılmış tavuk budu gibi hissediyorum.” der. Kadınlarla ilişkilerinde dışlanan ve başarısız olan Raphael’e arkadaşı, geriye kalan tek şansının cinayet işlemesi olduğunu öğütler. “Bu kadınların bıçağınızın ucunda titrediğini ve gençlikleri için yalvardıklarını hissettiğinizde, o zaman gerçekten efendi olacaksınız.” Noel akşamı bir çifti öldürmek için takip ederler arkadaşıyla. Fakat Raphael bunu yapmaz. Raphael’in özellikleri tam bir İncel özelliğidir.
Yine Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü romanındaki Tyler’ın, “Biz, kadınlar tarafından büyütülmüş erkek nesliyiz, hayatta başka bir kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.” sözü de İnceller için bir referans sayılabilir.
Geçenlerde, verdiği tavsiyelerle antifeminist genç erkeklerin favorisi hatta gurusu sayılan, erkekçi söylemleriyle tanınan Kanadalı klinik psikolog ve akademisyen Jordan Peterson’un YouTube’da bir videosunu izledim, şöyle diyordu: “Kadınlar zararsız erkekleri sevmezler ve hatta onlardan nefret ederler, onları mahvederler. Peki kadınlar ne isterler? Onları evcilleştirmek isterler. Bu güzel ve çirkinin hikâyesi gibi.”
Bu sözler İncel düşüncesinin özünü/özetini tanımlıyor gibidir. İncellerin, kadınların gerçekte kendilerine zalimce davranan erkeklerden hoşlandığı, iyi adamların kaybettiği yönündeki yanlış inançları, hatalı çıkarsamaları, onların düşman olarak algılanmasının altında yatan temel sebeptir. Mizojininin yani kadın düşmanlığının nedeni, ister tarihsel/toplumsal ister bireysel kökenli olsun, genel bilimsel bir kabulle, altında mutlaka bilinçaltı veya bilinçli bir kadın korkusu yatmaktadır. Freud buna hadım edilme korkusu dese de durum bundan daha karmaşıktır. Bunun konusu psikanalize girer.
İncellerde kadınların tercih ettiği ideal erkek tipi Chad olarak adlandırılır: Fiziksel olarak oldukça yakışıklı, başı her zaman dik, sırtı düz, kare çeneli, uzun boylu, geniş omuzlu ve bol sakallı, Yunan heykellerini aratmayacak şekilde kontraposto duruşta, bir avcı gibi her daim karşısındakinin gözünün içine bakan, başkalarının duygularını asla kaydetmeyen ve önemsemeyen, her alanda başarılı alfa tipler. Stacy olarak adlandırılan kadınlar ise, Chad’e ilgi duyan, dış görünüşün ötesine geçmeyen, çıkarcı ve yüzeysel kadınlardır. Fiziksel olarak çekici ve kıvrımlı vücut hatlarına sahip, uzun sarı saçlı, büyük göğüslü ve geniş kalçalı olan stacy’ler hayatları boyunca hiç çalışmadıkları hâlde lüks içinde yaşarlar, çok eşlidirler ve “iyi adamlar”ın zararına olarak her zaman karizmatik Chad’ları seçerler.
İnceller akıl sağlığı yerinde olmayan, tedavi edilmesi gereken veya şeytanlaşmış kişiler olarak görülseler de kurdukları ayrıcalıklı somut ve/veya dijital erkek alanları nedeniyle cinsiyetçiliğin bir biçimi olan maskülizme yakındırlar, ondan beslenirler.
Bir yerde okumuştum, “krizde olan biz değiliz, bizim ilişki tarzlarımızdır .” deniliyordu. İnsanı insan yapan ilişkiler ağı, etkileşimler silsilesi olduğuna göre, öğrendiğimiz hiçbir izm, hiçbir ideoloji veya doğuştan veya sonradan öğrenilmiş hiçbir bilgi asla kişiyi veya grubu bir kadının, bir erkeğin, bir çocuğun, bir hayvanın karşısına dikip kin, nefret, ayrımcılık ve güç zehirlenmesiyle, onların canına haksızca kıymaya vardıracak eylemler, ilişki tarzları üretmemeli. Kötülük, var olduğu kabul edilse de kutsanmamalı. Sağlıklı, taze bir zihinle, sağduyulu bir ruhla yaşama serüvenine katılıp, ilişki biçimlerimizi, farkında ve tetikte olduğumuz kötücül etkilerin varlığından irademizin gücüyle ayıklayarak, sıyırarak her canlının doğal yaşam hakkını gözetme prensibine göre yönlendirmeliyiz.
Kutluyorum harika bir analiz ve inceleme… Keyifle okudum…