Bir hikayede, Tanrı, insanı gizli bir sırla yaratmış, insanın insanla, ilgili bu sırrı kolaylıkla bulmasını istememiş.. İnsanın dünyaya gönderiliş amacı, sanki bu sırrı bulmasıyla ilgiliymiş…
Tanrı meleklerine, dünya da bu sırrı, nereye saklayabileceğine, dair sorular sormuş….
En sonunda baş melek, “Siz sırrı insanın içine gizleyin (insanın içinde gizli bir sır olabileceği) çok az insanın aklına gelir” demiş… Bunun üzerine Tanrı bu sırrı insanın içine gizlemiş. İnsanın, (irade, aşk, cehalet, inançsızlık, yalnızlık, dedikodu, ben) dünyadaki, tüm zorluklara göğüs gererek, insanın bu gizli sırrı bulmasını istemiş…
İnsan da saklı bir sır olduğu yoruma açık bir konudur. Tıpkı, Kur’an-ı Kerim’de muhkem (açık ve kesin), müteşabih (manası Allah tarafından bilinen) ayetler olduğu gibi, insanın ne olduğu, ne olmadığı, çoğu zaman tam olarak çözülememiştir… (Ruh nereden gelir, insan nereye gidiyor, nasıl diriliyor ölüyor?) Bu konularda dünyada çok çeşitli yorumlar mevcuttur.
İnsanın mahiyetini iki yönlü değerlendirebiliriz, dünyaya ve öteki aleme bakan… Maddi görünen (dil ile tadan, göz ile gören) manevi (kalp, akıl ve vicdan) ile görünmeyen gaybi aleme açılan gizli yarısı…
Allah’ın esmalarını Adem’e (a.s.) öğretmesi ile yaşama ilk adım atan insan, Allah’ın isimlerine de ayinedarlık yapar… (Sufilere göre, “Allah insana insandan tecelli eder.”) İnsan büyütülse kainat, kainat küçültülse insan olur denilebilir.
İnsanın her aleme açılan duygu cihazı (alıcısı) olduğu (gizli bir sırrı taşıdığı) düşünülmektedir.
Bilinçaltının fiziksel bedeni korumak, duyguları bastırmak, insanı (vesvese v.b.) kışkırtmak gibi bir özelliği de sahiptir.
İnsan kendine karşı tehdit oluşturan, ezmeye çalışan değerlerini hiçe sayan insanlar karşısında duygusallaşır… Temel duygularını (öfke, iğrenme, neşe, korku, üzüntü, şaşkınlık)tam olarak ifade edemez.
Duyguları hissizleşen insanın kendine şefkat duyması imkansız hale gelir. Zamanla, insan insan yanından uzaklaşmaya başlar. Kendini yetersiz değersiz sahipsiz yalnız hisseder.
İnsan duygularıyla insandır… İnanç varsa duygu, çatışma varsa duygu, kronik psikolojik rahatsızlıklar varsa duygu vardır. İlişki yoksa, muhatap yoksa (tek başına yaşayan insanda) duygu birikmesi yoktur dolayısıyla hastalıkta yoktur.
İnsanın psikolojik ihtiyaçları üzerine araştırmalar yapan, kişisel gelişimciler, tıp doktorlarının temelde birleştikleri nokta, insanın zihnini dağıtacak (duygu düşünce) bir amaç edinebilmesinin yoludur. (Doğa,hayvanlar, insanlara yönelik çalışmalar, din v.b.)
Dinin sosyal yaşamı düzenleme gibi, sosyal hayata katkısı elbette büyüktür. Psikosomatik hastalıklar, bilinenin aksine psikolojik değil sosyolojiktir. (Birçok vaka örneği vardır.)
Dini sadece ibadete indirgemek elbette doğru değildir. (Sosyalleşme, psikolojik iyileşme aracı olarak da görülebilir.)
İnsanların genel olarak hayatlarında her şey yolunda olsa da, (ev, araba, iş, v.b.) mutlu olamayan (arayış içinde) insan sayısı çoktur. Hayatı sıkıcı bulan… Kimi zaman adı belli olmayan, kendin de eksiklik hisseden, yaşadığı hayatın anlamsız, boş olduğuna inanmış insanlar…
Günümüz insanının zihni yorgun bitkin ve bezgindir.
Bilinçaltı fiziksel bedeni tüm tehlikelere (vahşi hayvanlar, doğa olayları, yangın, sel v.b.) karşı korumak üzere bilgisayar programı gibi tehlike anında kullanabileceğimiz hayati bilgilerle donatılmıştır.
İnsan insanın kurdu olmuş… Vahşi insanlar, kırıcı sözler, kan davaları, savaşlar yani bilinçaltı insanı insandan korur hale gelmiştir. Görev tanımı değişmiştir.
İfade edilemeyen duygular zihin beden ve ruh arasında duvarlar örer.
Ruh bedenden kopmaya… Tek bir bedende tek bir ses değil, ayrı ayrı sesler, intizamsızlık karmaşa… (Çok ibadet eden insan da ruh – beden kopukluğu çok fazla yaşayabilir…) Bu durum da insanın yeniden dengesini bulması için insanın zihni ile çalışılmalıdır.
Ruh ve bedenin nerelerde (duyguyla) koptuğu ve nereden (duyguyla) bağlanması gerektiği insana fark ettirilmelidir.
Bilinçaltı Tanrı’dan geldiği gibi değil de, (aileden çevreden edindiği kendine ait olmayan bilgiler) ile insana kendini değersiz bir mal gibi adeta hissettirir.
İnsan bilinçaltına yön vereceğine bilinçaltının insana yön vermesiyle insan akıl ve mantık tanımayan, üzerinde düşünülmemiş istem dışı davranışlar sergilemeye başlar.
İnsan gerçek özünü kaybeder. Gerçeklik algısı bozulur. Her şeye maddi olarak bakar. Her olayı takıntıya, her şeye alınganlık gösterir.
Çözüm evrensel gerçeklerle insanın yeniden uyumlanması, gerçekçi olmayan inanışlardan kurtulması, ruh beden zihin koordinasyon sağlanması, insan – evren ilişkisini içeren Toltek yasalarına göre bulanık aynaların berraklaştırılmasıyla birlikte kadim bilgilerde belirtilen:
- Söz büyüdür,
- Hiçbir şeyi kişisel algılama,
- Varsayımda bulunma,
- Yapabildiğinin en iyisini yap.
Tasavvufta kendini iyi hale getirmek
Kendine öğretmen, kendini bir diğerinin gözüyle görebilmek için mürşide intisap et tavsiye edilir. Dolayısıyla tasavvufta, dünyayı bilen kişiye alim, kendini bilen kişiye arif denilmiştir.
Kendini gerçekleştirmek isteyen insan, yaşamda öz varlığı için bir anlam bulabilmiş insandır.
Maslow, bireyin içindeki potansiyelini keşfetmeye başlaması ile içindeki gizli yetenekleri ortaya çıkarmasıyla ilgilenmiştir.
İbn Haldun’a göre din, bir uygarlığın (insan) yaratılışındaki en üst güçtür. Uygarlığı korumak için de en etkili olandır.
Kişisel gelişimcilerin duygulara davranışlara yönelik, insanın motivasyonu artıran, olumlu bakış açısına odaklanmasını sağlayan öz güven artırıcı çalışmaları…
Psikiyatristlerin ilaçla tedavisi
Psikologların çalışmaları, (duygu, düşünce, davranış döngüleri üzerine ) insanın konuşma anlaşılma dünyayı anlamlandırma süreçlerini, bütünsel bir bakış açısıyla desteklemelerinin hepsi insanın mana arayışının alternatif yollarıdır.
İnsan topraktan yaratılmış… Tanrı insana ruhundan üflemiştir… (Dine göre, mitolojiye göre) Dünyada insan diğer yarısını aramaktadır… İslam dinine göre, ibadet ahlak v.b. yöntemlerle, Allah’ın nuruyla aydınlanmalı…
Kuantumcular, istemek, detaylandırmak, karar vermek, olmasını istedikleri şeyleri hak ettiklerine inanma, eyleme geçme, kendi kendini motive etme bilgi sahibi olma ile insanı harekete geçirirler…
Kuantum dokunuş nefes ile çakraları güçlendirir ve kutsal ışıkla enerji dolaşım sistemini buluştururlar…
Yunan mitolojisine göre Zeus insanları ikiye ayırmış dünyanın çeşitli yerlerine dağıtmış insanları yarım kalma hissiyle cezalandırmıştır.
Bütün inanışlar aslında tek bir noktada gizleniyor. İnsanlar da gizemli yolları seviyor.
Her insanın kendine özel bir yaşam hikayesi, yönelimi, inancı, ritüeli vardır.
İnsan değişime hazır değilse yani bilinçli bir karar alma noktasında iradesini kontrol etmekten yoksunsa, başvurduğu uzmanlar allameyi cihan olsa asla değişimden söz edilemez.
İnsanın ne istediğine karar vermesi değişim için start vermesi çok önemlidir. Farkındalık… Pratik, Pratik, Pratik… Dönüşüm…
İyilik halini hissettikçe yavaş yavaş değişimi sevmeye başlar insan. Sabır, şükür ve kendiyle ilgili güzel keyifli acı tatlı yanlarını, biriktirdiği hikayeleriyle insandır.
Kelimelerin sihirli insanı hipnoz eden bir yanı vardır ve evrensel gerçeklere uymayan olayları durumları, kendi zihin süzgeçlerinden geçirmekte zorlanan bireyler çok fazladır.
Zihin bilinir fakat hiçbir cihazla tespit edilemez bir özelliktedir. Zihin artı, irade, duygu, düşünce, hisler, biriken anılar düşler…
Bilinç ise düşünen, mantıklı karar veren, aldığı kararlar konusunda ortaya irade koyan yönümüzü ifade eder. Bilinçaltı sadece öğrenir, uygular ve korur…
Öz benlik zihnimizin çok ötesinde belki gizli sırrımız, belki tek gerçek yanımızı ifade eden, sonsuz gizlerle dolu kaynağımızdır…
Bir beden, bir nefes, bir zihin ile bağlantılı nefesimiz bir bedende ve buna paralel toplumda yaşanan ayrı ayrı irtibatsızlık sonucu duyguların sıkışmasına sebep olur. İşte bu, bir bedendeki ayrılık sosyolojik sorunların temelini oluşturur.
İslam dininde ve tüm kadim bilgilerin temelinde birlik beraberlik içinde olmaları insanlara tavsiye edilir… “Müminler bir vücudun azaları gibidir.” (Hadis-i Şerif / Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66) Yani inananlar sevgi, şefkat ve yardımlaşmada bir vücut gibi olmalıdır.
Beden zihin ve ruhun birlikteliği
Din, insanın kendinden aşkın olana inanma, akılla açıklanması mümkün olmayan birçok soruya da, insanı tatmin edecek cevapları vermesi bakımından dolayı da işlevseldir.
Din insanın bu dünyadaki varoluş sebebini açıklar. İnsanın hayatına bir mana katar hedef oluşturur. İnsanın güvenlik ihtiyacına da cevap verir ve yaşamdaki tüm olumsuzluklara, belirsizliklere, tehlikelere karşılık, umutsuzluklarla kuşatılmış insanlara, öteki dünya inancını aşılar.
İnanan insanın gözünde, dünya ahiretin tarlasıdır.
Bu dünyada haksızlığa uğrayan insanların haklarını, öteki dünyaya bırakması… İnsanın psikolojine yardımcı olduğunu düşünebiliriz. Çünkü, (dünyadan) başka bir yerde huzuru mahşerde hesap incedir…
İnsan ne ekerse bu dünyada, öteki dünyada onu biçeceğini düşünerek davranışlarına, sözlerine çeki düzen verir, bazen de veremez. Ölçülülük terazisinin kantarını kaybeder. Kendini duygularını kaybeder. Zihni ve vücudu arasında bağlantı kopukluğu olur. Tabi ki bu bir anda olmaz.
İnsanın aklı çok ince bir çizgi üzerinde yürür… Bir anda o çizginin yönü sapabilir. O nedenle duygu ve düşünceleri manevi bir hedefe yönelik çalıştırmak insanın aklını da korumaya alması anlamına gelir.
Maneviyat din değildir dinin içinde bir unsurdur. Kişinin kendinden daha büyük bir hedefi doğrultusunda çalışmasıdır. Ağaçları doğayı korumak, dini yaymak, hasta çocukların tedavisi, eğitim, çevresel atıkları toplamak, müze yapmak, kişisel gelişim, insanların sorunlarına eğilmek v.b…
Yani, insan kendi duygularının gölünde boğulmak yerine, duygu ve düşüncelerini, kendinden daha büyük bir hedefe çevirmesi, kendinde var olması muhtemel duygu düşünce sapmalarının önüne geçilmesini sağlar.
ETİK DEĞERLER
Toplumsal yaşamın içinde her kesimden insanın üzerinde anlaştığı, gittikçe genişleyen ortak değerler ve insanı diğer canlılardan ayıran insana özeldir…
Sığınılan yer ortam anlamındaki etik huy ve karakter anlamına da gelir.
Etiğin temellerini atan Sokrates, sorgulanmayan yaşamın yaşanmaya değmeyeceğini dile getirmiştir.
Aslında kişinin kendisiyle olan ilişkisinden yola çıkarak yaşamı, olayları, dünyayı algılama biçimini gözden geçirmesi, kendi hakkında bilgi sahibi olması ve bu bilgilerin ışığında kendini bilerek yaşaması, aldığı kararların doğru isabetli olması…
Etik değerler sosyal çöküşün olduğu çalkantılı dönemlerde ahlakı çöküşü azaltır ve kötü niyetli girişimcilere karşı önleyici rol oynar.
Kendi evinde ailesine, kamusal alanda insana ve yalnızken kendine saygılı olması bireylerin en önemli etik değerlere sahip olmasına işaret eder.
Etiğin azalmasıyla bir ülkede ekonominin kötüye gidişi toplumu ve doğal olarak fertleri etkiler, bolluk ve bereket ortadan kalkar, yoksullaşmayı beraberinde getirir. Başta eğitim olmak üzere, fiziksel ve ruhsal anlamda sağlıklı insan yetişmesini engeller ve bireyleri ahlakı olarak yozlaştırır…
Bireylerin kendini ifade edememesi, siyasetin dar bir kesimin elinde olması beraberinde kişisel çıkar, siyasal kayırmacılık, rüşvet, rant peşinde olma durumları sonucu sosyal alanlarda yozlaşma meydana gelir ve etik değerler büyük zarar görür. Başıboş dolaşan insanlar çoğalır, aile fertleri donuk ve hissizleşir, onlar için hayatın anlamı kalmaz, her türlü adalet duyguları zedelenir, nereye başvuracaklarını bilemez, haklarını alacaklarından pek emin olamazlar. Her anlamda çöküş yaşayan toplum, ahlakı ve etik değerleri kaybeder.
Etik insanın ilkeleriyse, ahlak onun pratiğidir.
Etik kutsaldır; çünkü aynı kıymette eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit kıymetle ölçülemez.
“Hiçbir ulus yoktur ki etik esaslara dayanmadan yükselebilsin.” (ATATÜRK)
İyinin ölçütü olan mutluluğun, sadece eylemde bulunanın değil, ilgili herkesin dolayısıyla tüm insanlığın mutluluğu olmalıdır.
“Güzel ahlak; cömertlik, bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür.” (HASAN-I BASRİ)
Dengeli insan, dengeli toplum özlemi hiç de zor olmasa gerek. Biraz çaba, biraz emek, biraz sabır, biraz şükür…