İlim ilim bilmektir,
ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?
….
Okumaktan murat ne?
Kişi Hakkı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir.”
Şiirin devamını almadım buraya ama Yunus Emre’nin insanın kendine göçünü anlatan değerli bir şiiri olduğunu düşünüyorum. Bugün insanın kabiliyetlerinin farkında oluşunun kaynağı olan “bilinç” olgusuna inmek buradan hareketle insanın iç derinliklerine doğru insanın kendine göçünü konuşmak istiyorum.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran bir cevherdir bilinç. Bilinç insanın kendi varlığının keşfidir. Sınırlarını bilemeyeceğimiz ve tasavvur edemeyeceğimiz genişlikte olan bu evrenin içinde hayatı çok farklı yönleriyle yaşamak.
Bilincin içine neler girer peki? Erdemler ya da erdemsiz davranışlar… Nedir acaba yalnızca insana özgü olan bu bilinç? Bilinci hayatın içinde neyle ilişkilendirebiliriz? Doğru- yanlış ya da iyi -kötü bilinç şekli var mı, yoksa bilinç tek bir anlamda mı kullanılabilir?
Literatürde bu konuda bir netlik yoktur lakin bilincin insana has bir özellik olduğu konusu tartışılmaz bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda. Felsefede ise bilincin, fenomenal deneyimler olduğunu görmekteyiz. Bu kavram ise literatüre Ned Block (1995) tarafından kazandırılmıştır. (1) Dipnot: FELSEFE DÜNYASI 2021/ KIŞ/WINTER Sayı/Issue: 74 FELSEFE / DÜŞÜNCE DERGİSİ Yerel, süreli ve hakemli bir dergidir. ISSN 1301-0875.
Sınırları tam olarak çizilemeyen bilinci daha iyi çözebilmek için David Chalmers’in 1994’te Tucson’da bir konferansta yaptığı konuşmasının başında zor ve kolay problem olarak ele aldığı şekliyle ele almak isterim. Kolay şekli; Çevresel uyaranları ayırt etme, kategorize etme ve onlara tepki verme yeteneği, bilginin bilişsel sistem tarafından birleştirilmesi/bütünleştirilmesi, zihinsel durumların rapor edilebilirliği, bir sistemin kendi iç durumlarına erişme yeteneği, dikkat odağı, bir davranışın kasıtlı kontrolü, uyanıklık ve uyku arasındaki fark (1995: 200).(2) Dipnot: Chalmers, D. (1995). Facing Up To The Problem of Consciousness. Journal of Consciousness Studies,3, 200-219.
Bu işin kolay ve anlaşılır yanı. Chalmers’e göre bilinçle ilgili asıl gizem zor problemde yatar. Chalmers’ın zor problemi zihin ile bedenin ilişki içinde olduğu ve biribiriyle ilişkili iki soruyu içerdiği ile ilgilidir. Bunlardan ilki, J. Kim’in ifadesiyle, “tamamen fizik yasalarına göre hareket eden ve maddi parçacıklardan oluşan fiziksel dünyada bilinç gibi bir şey nasıl mümkündür?” İkincisi; “Fiziksel dünyada bilinç nedensel olarak nasıl etki etmektedir?” (Kim, 2005:7) Dipnt:Kim, J. (2005). Physicalism, or Something Near Enough. Princeton and Oxford: Princeton University Press.).
Chalmers, zor problemi deneyim ile açıklar. Bilincin fiziksel dünyaya deneyimlerle aktarıldığını belirten açıklamalarına kişinin özneliğine vurgular yapar. Yani bizler bir şeyi düşündüğümüzde ya da algıladığımızda, bir takım bilgi işleme süreçlerinin yanı sıra öznel bir duruma doğru da sürükleniriz (Chalmers, 1995: 201). (3) Dipnot: Chalmers, D. (1995). Facing Up To The Problem of Consciousness. Journal of Consciousness Studies,3, 200-219.
Charles, öznel durumların her birine “deneyim” adını verir. Charlese göre o halde bilinçli olmak öznel ve niteliksel bir deneyime sahip olmak demektir.
İslam literatüründe ise bilinç irade ile yan yana giden bir kavram olarak ele alınırken iradenin Charles’in de değindiği noktayla kesişen yönlerini belirtmek isterim.
İradenin literatürdeki açıklamaları bireyin fiziki bir evrende ortaya konulan eylemler olduğunu ve bu eylemlerin karşılığının, ceza ya da mükafat olarak bireye geri döneceğini belirten hükümlerin varlığının olduğudur.
Schopenhour iradeyi, doğrudan doğruya malum olan şey olarak tanımlar. Bilvasıta bilinen ve tasavvurda görünen madde âlemine geçen yol ondan başlar. İrade her şeyin anahtarıdır. İrade hakikatin dar kapısıdır. Biz kâinatı kendi varlığımız vasıtasıyla anlamalıyız. Fertlerin iradeleri kendi vücutlarında belirir. Beyindeki zekâ ve vücuttaki temadiyet isteğini irade doğurur (Schopenhour, 1962, s.25).
İşte Schopenhour’un tanımı tam da demek istediğim yere getirmektedir bizi. Konuya Yunus Emre’nin; “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır?” dizeleriyle girdim. Yine bu dizelerle insanın kendine göçünün önemini vurgulamak isterim. İnsanın tüm eylemleri tam da burada anlam kazanıyor. Her bir insanın içinde gizlenmiş bir hakikat olduğunu görmek büyük bir başarıdır. Üstelik de o hakikatin tüm evreni kuşattığını ve orada da o büyüklüğünü tasavvur edemeyeceğimiz evreni yaratan yüce bir varlığın olduğuna götürdüğünü fark ettiğimizde artık insan olarak bizlerin aslında bir hiç olduğumuzu ve benliğimizin içinde gizlenmiş tek bir hakikatin varlığını yansıttığımızı görmek; işte o vakit bizi değerli yapan bir bilgiye ulaştığımızı görüyoruz.
Ve işte şimdi kendimi seviyorum diyebiliriz. Günümüz psikolojisinin bize öğrettiği kendini sevmek, dışarıdakilerin, çevredeki canlıların varlığını çiğnemek; doğayı ve diğer canlıları kendini mutlu etmek için sevmek durumunun basitliğinden kurtulmak gerektiği durumu da çıkmaktadır karşımıza. Yine buradan günümüz psikolojisinin insanı bir döngünün içine kıstırdığını görmekteyiz.
İnsanı yalnızca kendini mutlu etmeye yönelten bir düşünce yapısı, kendi içinde dönüp duran ve kişiyi yalnızlığının çarkına kıstırıp, ruhun arayışını susturan bir kısırdöngü olduğu durumu da yine bu tablonun görselinde yerini alıyor.
Bir çarkın, kişiyi tatmin etme ve mutlu etmeye çalışan basit düzeneği olan o burgaçta koskoca bir hayatı anlamsızlaştırarak tükettiği gerçeğini tam olarak bu tablodan çıkarabiliyoruz. Oysa diğer yandan insanın kendine göçünde insanı özgürleştiren bir hakikate erme durumu da bulunmaktadır. Bu hakikat insanın kendine göçünü basmak basamak yükselten bir hikayede gizlidir. Bu hakikat insanın aslında bir hiç olduğu bilgisidir.
Ve ve en güzel, en lezzetli meyveye ulaşmak üzereyiz. O meyve insanın hiçliğinin içindeki kainatın varlığı ve üstelik o kainatı yaratan yüce bir yaratıcının varlığına erişme bilgisidir. Kişi o meyveyi yemeye başlar, yedikçe lezzet alır; o lezzete kapılan kişi artık özgürdür.
Hakikatin varlığını yansıtan bedenin görüntüsü işte şimdi, tam da bu noktadan sonra değerli olmaya başlamaktadır. Bu da insan varlığının hiçliği ve hiçliğin içinde gizlenen varlığın gerçekliği. İnsan beşer olarak bir gölgedir, hiçtir ama insan olarak kendi içinde sakladığı hakikat ışığı ile değerli bir cevherdir.
Ve işte ben onu, o dediğim kişiyi yani kendimi ancak şimdi sevebilirim. Çevremdeki diğer canlıları ve doğayı da beni mutlu etsin diye değil içinde gizli bir varlık keşfettiğim için severim.
Kendimizi bulmak için kendimize bir göç başlatmak ve göç ettiğimiz yerde sığınabileceğimiz o yüce varlığın güzelliğine kavuşma ümidi ile…