İnsanlar Neden İçsel Çöküntü Yaşıyor?

Nuran Erez Turan 483 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Dünya cennet mi cehennem mi, bu sorunun cevabını defalarca kendine soran insan, sonunda büyüklerin günahlarıyla doğduklarına inanmaya başlıyor. Çünkü, büyüklerin hırslarına, öfkelerine ait günahları hiç bitmiyor… Haliyle küçükler büyüklerin günahlarının bedellerini ödemeye mahkum doğuyorlar.

Düşünceler, duygular ve davranışlar aynı kalıplarla kuşaktan kuşağa aktarılarak devam ediyor… Önemsiz görülen her bir ayrıntı, çok basit düzeyde yapılan her bir hareket, birilerinin hayatının akışının değişmesine sebep olabiliyor.

Edward Lorenz’in Kelebek Etkisi teorisinden çıkan sonuçta sarf ettiği cümlesi ilginçtir… Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD ‘de fırtına kopmasına sebep olabilir.

Bir sistemdeki kelebeğin kanat çırpması gibi küçük bir etkinin, başka bir sistemi altüst edecek kadar başka bir sonuç doğurması… İnsan düşünmeden edemiyor. Masum bir insanın acı çekmesi, gözyaşları, kim bilir kimin kalbin de, hangi fırtınalara dönüşebileceğini…

Herhangi bir olay, ölçülmesi imkansız etkenle, basitten karmaşığa doğru büyüyerek ilerler… Her şeyin birbirine iyi veya kötü etki edebileceği bir alana dönüşür. Aç olan tok olana, mutsuz olan mutlu olana etki edebilir.

İnsanın her türlü uyarana rağmen, duyarlılığının ve iş yapabilme gücünün zayıflaması, kendine olan güvenini yitirmesi, umutsuzluğa, karamsarlığa güç vermesi, insanın insana yaptıklarının sonucudur… İnsan, kişiliğini, kimliğini belli belirsiz yaralarla dolduran, acıyı hem çeken, hem de çektirendir. Sonuçlarını bildiği halde, aynı sonuca gözü kapalı gidendir.

İnsan, dünyaya gelirken hep bir tarafı eksiktir. Çok çalışarak, önce yürümeyi, sonra konuşmayı öğrenir, her bir eksik yanını tamamlayarak bütüne ait olmaya doğru yol alır… İnsanı anlamak için, hiçbir şeyi yokken olan sabrına, yetkinliğe ulaştığında sergilediği tavrına bakabiliriz.

İnsan yaşamını karmaşık hale getirmeyi sever. Kendine göre kurallar koyar. Birisinin onu geçmesinden çok korkar. Başkalarıyla kendini kıyaslayarak ölçmeye çalışır. İnsanın kendine ait değer yargıları olabileceğini, olması gerektiğini hırsı yüzünden unutur. Üretmeyi, düşünmeyi tekeline alır. Topluma huzur veren şeyin, insanların bireyselliğine ait değerlerine saygı duyulmasından kaynaklandığını idrak edemez. Yetenekleri köreltilen görmezden gelinen, yaşamda anlam üretemez. Kötülükler suya atılan bir taşın haleleri gibi yayılır, insanın başkalarından üstün olma çabasının toplumsal sonuçları ağırlaşır.

Fransız düşünür Simone de Beauvvair ‘da, “Mutlu insanların öyküsü yoktur” der.

İnsan, yaşam koşullarını kendi kendine ağırlaştırandır. Sorunlarını kolaylıkla çözmek yerine, yaşamında dramlar meydana getirmeyi sevendir… Diğerini ezmenin, ondan üstün olmanın, toplumsal yaşama hiçbir katkısı olmadığını bilendir. Hırslarını insanlığının önüne geçirendir.

Hayat felsefesi çekememezlik olan insanın, karakteri yaşam şekli haline gelir. İnsanların sabrını, sınırlarını ve sinirlerini aşırı zorlamayı denerler. İnsanın, içsel çöküşünün, hem nedeni, hem de sonucu olurlar. Acı çekmekten, çektirmekten haz duyarlar. Acı çektikçe biraz daha büyür acılar, biraz daha, sonuç olarak insanın tabiatı haline gelir. Kendi anlamını ararken yanlış argümanlarla yol aldığının farkına varamaz.

Her şeye rağmen toplumun mimarları çok okuyanlar değil, neyi görmezden gelmesi gerektiğini içsel olarak öğrenmiş, toplumda az bulunan bilgelerdir. Tüm olumsuzluklara rağmen, insana olan inancını diri tutanlardır.

Merkel Praust der ki; “Gerçek yolculuk yüzlerce ülkeyi aynı gözlerle dolaşmak değil, aynı ülkeyi değişik gözle görebilmektir.”

İnsanların eğitim düzeyleri, dünyayı tanıma oranları, karşılıklı alışveriş, iş imkanları çoğaldı, ne bilgileri, ne de görgüleri, içsel yolculuklarını düzenlemeye yetmedi…

İnce düşünceli olmayı, yere düşeni kaldırmayı, insanların halini anlamayı, ağlayanı güldürmeyi kısaca sevmeyi ve merhametli olmayı unuttular… Dolayısıyla, hep bir yanları güdük kaldı. Hesap yapan makinelere dönüştüler.

Yüksek tahsil yapmalarına, yüksek mevkilere gelmelerine, yüzlerce ülkeyi, şehri görmelerine rağmen, insan kalmanın sırrına eremediler. Bir köy çocuğunun bilgeliğine ulaşamadılar.

“Can yakıp da kalp kırma.
Senin de gül benzin solacak bir gün.
Her canlının kalbi Allah’a bağlı.
Herkes ettiğini bulacak bir gün.”

“İlimsizlik, bilgisizlik yüzünden cehalet hortlayıp çıkar mı, çıkar…
Sevgisizlik, saygısızlık yüzünden insan insandan bıkar mı, bıkar.”

“İsterim ki bu dünyada.
Hiç kimse cahil kalmasın.
Okusun ilmin kitabın.
Cahilden akıl almasın.”
(Neşet ERTAŞ)

“Görünüşte birbirine çok benzeyen insanların iç dünyalarının çok farklı olduğu muhakkaktır. Bu farklılığı rağmen acımasızca insanın ruhunu hırpalayanlara kelebek kanat çırpar ve kendini ulaşılmaz sananları fırtınayla devirir.” diyerek sorulması gereken önemli bir soruya cevap bulmak istiyor insan!

İnsanlar, dünyayı hasta eden sevgisizlikten, saygısızlıktan vazgeçmeye istekli midir?

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version