Şiddet – bu konu o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki, nereden başlasam, nerede bitirsem diye insanı düşünmeye zorluyor.
Bu öyle bir acı verici konudur ki, yazacağın her cümle senin içini sökerek, şiddetin kurbanı olan insanların yaşadıkları olayları sanki kendin yaşamışsın gibi düşünerek sıraya dizilir.
Şiddet, bugün dünyayı saran, aileler dağıtan, bebeği, çocuğu fark etmeksizin acılar yaşatan bir lanettir. Şiddet, güçsüzün güçlünün zorbalıkları karşısında aciz kalması, güçlünün iğrenç içgüdülerinin vuku bulmasıdır.
Şiddet uygulamak için zengin olup, yüksek kürsüye sahip olmaya gerek yok. En fakir insanlar arasından öyle katiller çıkıyor ki, onların yaptıkları dehşetli amelleri belki de hiçbir zengin yapamaz.
Şiddetin yaşını hesaplamak istersek yapamayız, çünkü insan evladı evrende onunla beraber yürümeye başlamış. Zaman tartısında şiddetin çekisini tartmak da imkansız, çünkü şiddet her haliyle acı son getirir.
Bugün dünyada öyle bir ülke bulunmaz ki, orada şiddet olayları yaşanmasın. Sık sık aile çatışmaları nedeniyle karı koca veya iki sevgili arasında yaşanan tartışmalar sonucu, kadınların erkekler tarafından dövülmesi, bazen çocukların velileri tarafından dövülmesi hatta öldürülmesi hallerine tanık oluyoruz.
Her yıl dünyada velileri tarafından binlerle çocuk, genç şiddetin kurbanı oluyor ve bu acı olaylar tükenmek bilmiyor. Şiddet artık insanların günlük hayatlarının kâbusuna dönüşmüş.
Bugün insanlar farklı ortamlarda şiddetin farklı türleriyle karşılaşıyorlar. Kimi fiziksel, kimi cinsel, kimi ekonomik, kimisi de siber şiddetin kurbanına dönüşüyorlar.
Dünya Sağlık Örgütünün hazırladığı rapora göre her yıl dünyada 2 milyondan fazla insan şiddet sonucunda hayatını kaybediyor. Şiddet bir kişinin hayatına son vermekle bitiyor mu? Bitmiyor. Bu olayların etkisi kurbanın ailesine, yakınlarına çok acılar yaşatıyor.
Aslında şiddetin çoğu zaman yaşanmasının esas nedeni aileden başlıyor. Bazı ailelerde şiddetin suçlusu alkol, uyuşturucu, kıskançlık, bazılarında ise ekonomidir. Yaptığı suçun ne kadar ağır olduğunun farkına varan suçlulardan kimi intihar etmiş, kimi kendisini polise teslim etmiş, kimisi de polisten saklanmaya çalışsa da yakalanmıştır.
Her gün televizyon kanallarında yayımlanan haberlerde veya şov programlarında şiddetin farklı türlerinin kurbanlarıyla ilgili röportajlar bizlere sunuluyor. Son yıllarda cinsel şiddetle yüzleşen kurbanlar artmış. Ait olduğu toplumda veya ailede sevgisiz, kayıtsızlık içinde büyüyen insanlar şiddete daha çok eğilimli oluyorlar.
Zamanında kendine karşı saygısız, kayıtsız, dikkatsiz, istismarcı ilişkiler gören kişi, zaman geçtikçe yaşadıklarını çevrelerindeki insanlara karşı uygulamaya başlıyor. Bununla tatmin olmayıp şiddetin boyutunu artırıyor ve akıl almayacak suçlar işliyorlar.
İlginç olan şu ki, televizyon kanallarının çoğu bu haberlerden şov programları yaparak şiddet kurbanı olan insanların yaşadıkları acılar üzerinden kendileri için reyting kazanıyorlar. Aslında basın, böyle hallerin ortadan kalkması yönünde herkesten daha fazla mücadele etmeli.
Basın bir farkındalık kaynağıdır. Onların aracılığıyla izleyici her konuda aydınlatılabilir. Haftanın beş günü yayımlanan şov programlar sanki karşılarına böyle bir maksat koymuşlar: “Şiddet konusuyla insanların dikkatini daha çok olayın vehametine çekmeliyiz.”
Üzücü durumlardan biri de bu programları birçok ailenin evde çocuklarıyla beraber izlemesidir. Ve günün birinde o ailelerin velileri yahut evlatları bir gün televizyonda izledikleri herhangi bir şiddet olayıyla karşı karşıya kalıyorlar. Artık o zaman onlardan kimi hayatını kaybeden kurbana, kimi de bu olayın zanlısına dönüşüyor.
Bakalım bu konuda basın ne kadar titiz davranıyor. Basın hiçbir zaman şiddet mağdurunun fotoğrafını yayınlamamalıdır. Gazetecilikte şiddet konusu çok hassas bir konudur. Onu diğer konulardan farklı yapan ortada iki insanın – zanlının ve kurbanın – olmasıdır.
Burada travma yaşayan, yani kurban, yaşadıklarının çıplaklığıyla televizyon kanalında, sitelerde veya gazetelerde yayınlanmasını istemez. Profesyonel bir gazetecinin bu konuya hassas yaklaşması lazım. Televizyondan, röportajdan kaçınan, hayatının en acı olayını yaşayan birinin izleyiciye tanıtılması ne derece doğru olabilir? Eğer mağdur kendisi röportaja hazır ise, itirazı yoksa o zaman bile her şeyi çıplaklığıyla sormak, açıklamak doğru değildir.
Hiçbir detayı gözden kaçırmamak, bütün yaşananları titizlikle araştırmak gazetecinin görevidir. Fakat cinayetin ayrıntıları ile gündemi meşgul etmek yerine, bu tüyler ürpertici olayların önüne nasıl geçilebilir diye sorular doğurmalı akıllarda. Bununla da kalmamalı, uzmanlardan, doktorlardan konuyla ilgili eğitici, aydınlatıcı bilgiler alıp izleyicilerle paylaşılmalıdır.
Kurbanın veya zanlının fotoğrafları, canı yanmış insanların yarasına tuz dökmekten başka bir şey değildir. Hatta bazı psikopat zihinlerin caniye rağbetinin uyanmasını tetikleyen bir faktördür. Basının genel olarak işlevi kamu bilincini şekillendirmektir. Kamuoyunda eleştirinin şiddete maruz kalana değil, şiddet uygulayana yönelik olması şarttır.
Şiddet öyle bir beladır ki, onu tamamen toplumdan yok etmek imkânsız. Ama bu hallerin aza indirgenmesi için elimizden geleni yapabiliriz.
Bu konu o kadar geniş ve kapsamlıdır ki, onunla ilgili günlerce konuşulsa, sayfa sayfa yazılar yazılsa, araştırmalar yapılsa bitip tükenmeyen bir konudur.
Her gün dünyada ne kadar kadın, ne kadar anne, ne kadar gazeteci, yazar şiddetin farklı türlerinin kurbanı oluyor veya aksine, şiddet zanlısı olarak hâkim karşısına çıkıyor. Bu konuda hiç düşündünüz mü?
Hiç düşündünüz mü bu olayı her birimiz yaşayabiliriz? O yüzden ailemizde ve çevremizde bulunan çocuklar, gençler bu olayların kurbanlarına dönüşmesinler diye onları sevgimizle, saygımızla sarıp sarmalamalıyız. Gençlere sürekli tavsiyelerde bulunup, şiddet kurbanları veya zanlılarıyla ilgili örnekler sunmak yerine, kalbimizin sevgisini sunalım, onları dünyanın karanlık bir yer olmadığına inandıralım.
Şiddetin yuvası karanlıktır. Ama içimizdeki karanlık… İçimizdeki umursamazlık ve vurdumduymazlıktan oluşan karanlık… Ortaokul, liseler, üniversitelerde bu konularda seminerler, emniyet görevlileri, psikologlarla sık sık görüşlerin yapılması, şiddetin toplum için, insanlık için ne kadar dehşetli bir hal olduğuyla ilgili geniş kapsamda bilgilerin verilmesi çok önemlidir.
Her bir öğretmen, öğrencisinin ruh halini, aile durumunu düzenli olarak kontrol altında tutarak şiddet hallerinin karşısının alınmasına yardımcı olabilir. İspanyol yazar ve filozof B. Qrasia’nın günümüzün her anı için geçerli bir sözü vardır:
“Ameller, düşüncelerin meyvesidir. Akıllı düşünceler varsa, o zaman iyilikler de olur…”
Umarım gün gelir akıllı düşünceye sahip olan insanlar bir araya gelerek yeryüzünde şiddetin sonunu getirecek küresel projeler ortaya koyarlar.