Issızın Kendisiydi İnsan
Günümüz gençlerinin belki de adını bile duymadığı, eserlerinden bihaber olduğu bir yazarın, Adnan Özyalçıner’in “Adam Konuşacak” hikâyesini anlatmak istiyorum. Sur Öyküleri kitabının içindeki bütün öyküleri modernizme çekilmiş birer bıçak gibidir. Modernizmin getirdiklerinden çok götürdüklerine odaklanan bu öykülerde modernleşen insanın vurdumduymazlığına, bencilliğine, kötümserliğine, yalnızlığına/yalnızlaştırılışına, tükenmişliğine/tüketilmişliğine dikkat çekilmiştir. Adam Konuşacak hikâyesinin ana kahramanı yol kenarına oturmuş, yıkıntılar arasında eskiye dair bir şeyler bulma umuduyla yıkıntıları eşeleyen dilenci kılıklı biridir. Bilmektedir ki son dönem mimari yapılar dikilse de insanlar son moda kıyafetler giyse de ruhlar ve zihinler yıkıntı haldedir.
Öykünün en can alıcı cümlesi, dilenci kılıklı kahramanın önünden her gün geçen iyi giyimli adama sorduğu cümledir: “Şimdiye dek ıssızı tanımlamış mıydım size acaba?” Adam onu duymamış gibi, dilenci kılıklı adamdan kötü kokular geliyormuşçasına burnunu mendiliyle kapatarak önüne birkaç bozukluk atar. Adam soruya cevap vermese de kahramanın onun bakışlarından ve burnunu mendille kapatmasından çıkardığı anlamlar oldukça can yakıcıdır.
“Bu yaklaşışı, Batıya yönelmiş bir Doğulunun Doğuluca bir düşünüşle, üç beş bakır ufaklıkla insanlık ödevini yerine getirdiğini sandığı basit duygululuğuna mı yormalıydım; yoksa daha kötüsü, Batıdan aktarıp şimdi kraldan çok kralcısı kesildiği ondan büsbütün hiçbir işe yaramayacak olan o incelemeci davranışın silik bir kopyası mı saymalıydım” (Özyalçıner, 1996, 103).
Kraldan çok kralcısı kesildiğimiz batılılık bizi biz olmaktan çıkarmış, bizden geriye sadece kül kaldığı için kahraman bu küller arasında insanlığımıza dair kırıntılar aramaktadır. Modern insanın yaşadığı soyut körlüğü burnunda mendille yaklaşan adamın bakışıyla anlatır yazar. Bakıyordur fakat karşısındakinin insanlığını görmüyordur. Kahraman yaşadığımız bu soyut körlüğü alaya alır ve aslında günümüz insanına acı bir gönderme yapar: “ …hani ses alma aygıtınız, nerede fotoğraf makineleriniz. Bu fırsatı bir daha ele geçiremezsiniz diye alay ettim. Çünkü aygıtlarınızın yardımı olmadan ne görebilir ne de duyabilirsiniz beni siz” (Özyalçıner, 1996, 103).
Issızın tanımını sorduğu iyi giyimli adam yanından kaçarcasına uzaklaştığında kahraman insanlığın nasıl bir ıssızlık içinde kaybolduğunun altını şu cümlelerle çizer:
“Issızın tanımını dinlemek istemedi. Issız kendisiydi çünkü. Her gün caddeyi binlerce dolduran kendisi. Çünkü beni duymuyordu. Görmüyordu beni çünkü..” (Özyalçıner, 1996,104)
Modernleştikçe ıssızlaşan, ıssızlaştıkça yalnızlaşan ve tükenen bir yıkıntıdır artık insanoğlu.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin yüzeyselliği, parçalanmış kişilikler, donuk bakışlar, betonlaşan şehirlerle birlikte betonlaşan ruhlar yazarın bu öyküsünde modernizme dair eleştirdiklerini oluşturur. Geleneksel olanı hiçe sayan, sürekli yeni olanı önceleyen modernizm beraberinde önlenemez bir değişimi ve dönüşümü getirir. Modernlikle birlikte kutsallaştırılan birçok şey yıkıma uğramış, kutsalını kaybeden birey de köksüzleşmeye ve tükenmeye başlamıştır.
Özyalçıner’in öykülerini yazarken kurduğu cümleler 1960’lı yılların modern hayatına bir gönderme olsa da bu cümleler bugün daha çok anlam sahibidir.