Mario’nun oğlu Italo, adını ülkesinden alan ünlü yazar. O, kendini iyi tanıyabilmiş ve bunu da tanımlamakta ustalaşmış biri. Sınırsızlığın içinde kendisine sınırlar çizerek hayaller kurabilmiş. Rüyasında hayal edemeyeceği düşler kurmuş zihninde. Olmamak diye bir olasılığı atmış, oldurmak için uğraşılırsa her şeyin olabileceğine inandırmış kendini ve aynı zamanda okurunu. Böylece okuruna hiç alışık olmadığı, olabileceğini bile düşünmediği belki düşünse de ihtimal verip inanmayacağı bambaşka hayatlar sunmuş.
Calvino, labirentin içinde oyuncu olmayı değil, daha güzel günlerde daha iyisini oynayabilmek imkanına sahip olmak için labirentle bir olup yeni oyunlar keşfetmeyi oyun olarak gören biri. O, eserlerinde hep kendini başarmanın bütünlüğü üzerinde duruyor. Bunu değişmeden, sağa sola yalpalamadan, yanaşmadan, alışmadan, düşmanlaştırmadan, kötümser olmadan, başkasıyla beraber değil kendinle beraber kendini başarabilmektir istediği. Burada kişi eğer, ulaşmak istediği şeye kendi ile başlayıp kendiliğin olmadığı bir senaryoyu dışlayabildiği kadarıyla kendi kalarak devam edebilir. Bunu konuşarak yapamıyorsa, yazarak yapabilmelidir. Kendi için imkansızı hayal edebilmelidir. Özündeki isyanı, potansiyel gerçekleştirme aracı olarak hatırlayıp kullanabilmeli, mutlu eden en iyinin izini sürüp, sürdüğü bu emeliyle oyun oynayabilmeli, bazen trene binip ara verebilmeli, geriye dönüp kaldığı yerden aynı suretle fakat camdan seyredip edindiği yeni izlenimleriyle dolu düşünce torbasını sırtına alıp yanında getirdiği yeni manzaraların; ama alanını genişleterek, aynı zamanda geride bıraktıklarıyla ve başladığı yerden elde ettikleriyle hesaplaşarak yola devam edebilmeli. Bir ayağı hayal zemininde ilerlerken diğer ayağı, azminin peşinde yeni adım attığı gerekirse kurduğu bir yolda ilerleyebilmeli. Bu yola girdiğinde bir yanı düşsel zeminde, diğer yanı dümdüz ilerlediği, başlangıçta ilerlediği yolda kalmamalı, kendi benliğiyle kaldığı yerden bir bütün halinde başkalaştırdığı yeni boyutlu; fakat düşlediğinin de ötesinde yeni demeye bile kıyamayacağı bir geleceğin karşılaşma ümidiyle eski yoldan vefakat yeni verdiği biçimlerle seyrini sürdürebilmeli. Hatta tüm yaşamının bu yolda kalabileceği olasılığını da hesaba katmalı, aslında bu yolda kendisinden başkasının olmaması, kendisinden başka hiç kimsenin böylesine bir yolculuğu yapmaya girişmemesi ve böylece yalnız kendisiyle kalması, bundan dolayı kendisi için en kolay ve doğal olduğu yerin burası olduğu bilincini edinmesi yolculuktan edineceği kazanımlardan bir tanesinin olduğunu bilerek yola devam etmeye, buna rağmen gayretli olabilmeyi sürdürebilmek. Seyir halindeyken konsantrasyon bozukluğuna izin vermeden, ki bu ihtimal vazgeçme senaryolarını da hücrelerinde işleyeceğinden ve böylece normal zamanda planlayamayacağı kaçış yollarını vücudun rehavete teslim olmasıyla birlikte karşı savaşımla her türlü ihtimali kurgulayabilme potansiyelini ortaya çıkaracağından dolayı gerekirse vazgeçmemek için sessizliği bile silah olarak kullanmaktan çekinmemek. Böylesine bir yola koyulmanın yolun sonunda belirebilecek binlerce olasılığın içinden doğabilecek olumsuzluklara rağmen çözümün yola çıkmakta olduğunu, içinde debelendiği belirsizliklerle, mutsuzluklarla, kötülüklerle dolu her şeyi olduğu gibi değiştirmeden gösteren, içi kapkara ve binlerce maskaralığı barındıran; fakat sadece sahip olduğu şeffaf renkli camıyla tek başarabildiği gösterme olgusuna sahip olabilmiş bu fanusun içinden çıkma mücadelesinin niyeti tam da yolun kendisi olduğunun ayırdına varabilme bilincine ulaşmalı. Hasılı, bu bilince ulaşmak isteyen onun eserlerini mutlaka okumalı. Dümdüz, tekdüze gidilen bir yolun yani renksiz bir hayatın yaşam hissini yakalayamamanın nedenlerinden biri olduğunu gösteriyor bize Calvino. Resmen zihin jimnastiği yaptırıyor okuruna. Onun sunduğu yollar bize bambaşka yolların olabileceği hayalini kurduruyor. Görünmez Kentler, eserinde yapıyor bunu. Kirlenmiş, sıkışmış, çirkin kent yaşamına alışık olan dünyamız insanına onlarca ruhu hiç ölmeyen ütopik kent kuruyor Calvino. Onun kentleri ayna gibi. Bakana, anlamayıp sorana kendini gösteren kentler. Bana Hasan Ali Toptaş’ı hatırlatıyor Calvino. O da yazarak yaşamın tadına varan, yazmadan duramayan, yazdıklarından vazgeçmeyen postmodernist dedikleri yazarlardan. Bu insanlar normal bir yaşam azmine sahip değil. Bunlar yazma ritüeli edinen insanlar. Yazarak ibadet eden insanlar. Yazarak iletişim kurdukları için konuşarak iletişim kurmayı unutmuş insanlar. Yazmadıkları zaman yazarken ki ruh halini özleyen insanlar. Hayal dünyalarının ön görülemeyişinden ve buna alışık olunmayışından dolayı yalnız kalmış insanlar bunlar. Aynı zaman da yalnız kalarak çoğalabilen insanlar. Calvino, gerçekten Sadece İtalyan edebiyatının değil tüm dünyanın hayretle okuduğu -fantastik- roman yazarlarından biri. Dino Buzzati de öyle. Bir sonraki yazımda ondan da bahsetmeye çalışacağım. Sonraları belki Umberto Eco’dan.
İtalyan edebiyatı üzerinde çokça durulması gereken şaheserler ve dâhiler yuvası. Özellikle 20. yüzyılda çok büyük yazarlar çıkardı İtalya. Rönesans boşuna orada doğmadı. Müzikte de aynı şekilde.