İyileşmenin Anahtarı

51 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Önceleri sadece bir histi, ana yayılan bir aydınlık. İyilikle akraba gibi ama o olmadan orada olmayan, onsuz aynı sofraya da oturmayan…

Beni bunu öğrenmeye iten ise içgüdümdü. Yıllarca üzerine düşündüğüm, uğruna yaşadıklarım… Kişiye aitlik hissi veren, evinde hissettiren o sıcacık şeyin adı: Sevgi.

Gelgelelim, tutmaya çalışırken kayboldu hep. O kaçtı, ben kovaladım. Ne aradığımı tam olarak bilmeden… Düştüm bir yola. Tanımadığım bir şeyin peşindeydim.

Herkeste aramaya başladım, sonrasında her şeyi inceleyerek o hissi aradım. Hayatı yaşarken, kalbim kırıla kırıla öğrendim. Yine de bu his neydi, dedim. Bu mutluluk, bu huzur… Sevgi nasıl bir mucizeydi?

Gün geçti, tanımaya başladım. Düşe kalka, herkesten de her şeyden de gelmeyeceğini anladım. İyileştirme gücü olan, içini mutlulukla kaplatan, görünmez ama hissedilir bir bağ gibi. Bazen çok yakın, bazen ise ulaşılmaz…

İnsan hayatının en doğal, en insani ihtiyacı… Ve buna rağmen, onu içimizde bulmak bazen neden bu kadar zor?

Kimileri için sevgi, doğal bir nefes gibi. Kimileri içinse sevgiye ulaşmak uzun, yorucu bir yolculuk. Belki de mesele, sevgiyi nerede aradığımızla ilgili olabilirdi. Çoğu zaman sevgiyi dışarıda, başka insanlarda, onların ilgisinde ve onayında aradık.

Oysa sevgi, en çok içimizde filizlenmiş. İyiliğin, samimiyetin olduğu yere gelmiş. Sadece bize değer veren biri olduğunda hissettiğimiz değil, biz yalnızken de hissedebildiğimiz şeydi sevgi.

Ve en saf haliyle, kendimize duyduğumuz şefkatle başladı. Aynada kendimize bakarken, yargısızca görebildiğimiz, içimizdeki küçük çocuğu kucakladığımızda… Ve sadece var olduğumuz halimizle kendimizi kabul edebildiğimizde…

Ama geçmiş bazen bizi bundan alıkoyabiliyor. Eski kırgınlıklar, keşkeler, pişmanlıklar sevgiyle bağ kurmamızı zorlaştırabiliyor. Kimi zaman geçmişin gölgesi, bugünün ışığını karartıyor.

Yaptığımız hatalar bir yük gibi omuzlarımızda duruyor, bizi olduğumuz yerden ilerlemekten alıkoyuyor. Oysa hatalar, büyümenin ve öğrenmenin bir parçası. Eğer onları cezalandırılması gereken şeyler olarak değil, bir öğrenme süreci olarak görmeyi seçersek, geçmişin yükü hafifliyor.

Ve işte burada affetmek devreye giriyor. Çoğu insan affetmenin, başkalarına yaptığımız bir iyilik olduğunu düşünebilir. Oysa affetmek, en çok kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

Geçmişin zincirlerini kırmak, kendimizi o anlara saplanıp kalmaktan kurtarmak… Affetmek, olanı olduğu gibi kabul edebilmek ve ona yeni bir anlam yükleyebilmek demektir.

Bizi üzen anıları içimizde büyütmek yerine, onlardan öğrenilecek dersleri almak ve yola devam etmek… İnsan geçmişini değiştiremez ama onunla kurduğu ilişkiyi değiştirebilir.

Acıyı taşımak, sürekli hatırlamak bize bir fayda sağlamaz. Eğer geçmişin hapishanesinde yaşamaya devam edersek, geleceğe özgürce yürüyemeyiz. Oysa kendimizi sevmeye başladığımızda, hatalarımızı kabul ettiğimizde ve onlardan ders çıkardığımızda, geçmişin gölgesi kaybolur. İçimizde yeni bir ışık yanar.

Sevgi dediğimiz şey, yalnızca bir başkasına duyduğumuz hislerden ibaret değil. Kendi içimize de yöneltmemiz gereken bir duygu. Kendimize duyduğumuz merhamet, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, geçmişimizi sahiplenmek ama ona takılı kalmamak… İşte iyileşmenin anahtarı burada.

Kendimize sarılabildiğimizde, geçmişin bizi tanımlamadığını fark ettiğimizde ve her yeni günü yeniden doğuş gibi gördüğümüzde, içimizde gerçek bir iyileşme başlar.

Belki de en büyük özgürlük, kendimizi sevmeye cesaret edebilmektir.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version