“Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir” demiş Hz. Muhammed (S.A.V.). “İyilik” dediğimiz kavram, aslında ne kadar da mühim bir yer kaplıyor hayatımızda değil mi? Bir insana gülümsemek, birinin yardım isteğine karşılık vermek,güzel duygular için çalışmak… Hayat, işte bu tür davranışlarla anlam kazanmaya başlıyor; ruh huzur buluyor ve böylece insan, asıl zenginliğe ulaşmış oluyor.
İnsan, iyilik yaparak aslında sadece iyilik yapmış olduğu kişiye değil; kendisine de oldukça büyük bir yardım yapmış oluyor. Çünkü iyilik, beyinde antidepresan etkisi yaratarak depresyon ve anksiyeteyi azaltıyor. İyilik yapıldığında insan beyninde oksitosin hormonu artıyor ve bu hormon sayesinde korku,stres gibi duygular hafiflerken sakinlik ve dinginlik hissi artmaya başlıyor. Ayrıca; bağlılık hormonu olarak bilinen oksitosin, ikili ilişkilerde bağlanma duygusunun güçlenmesini sağlarken genel kalp sağlığına da olumlu etkiler yaratıyor. İyilik yaparak sadece oksitosin hormonun değil, serotonin ve endorfin hormonlarının da daha yoğun olarak salgılanmasını sağlıyoruz. Böylece stres kaynaklı depresif duygular azaltarak iyi hissettiren duyguların ruhumuza antidepresan etkisi yaratmasına katkı sağlamış oluyoruz.
İyilik yaparak insan, aslında kendine yönelik öz saygısını da artırmış oluyor.Mesela kırmızı bir renk olduğunuzu düşünün. Beyaz renk, sizden bir damlanızı rica etmiş olsun. Siz de beyaza kendinizden bir damla akıttığınızda artık beyazın pembe renge dönüştüğünü görürsünüz. Beyaz, sizin sayenizde pembe renge dönüşmüştür, bu görsel sizin eserinizdir. Böylece kendinizi daha önemli ve değerli hissetmeye başlarsınız. Ve öz saygınız artar. Tıpkı iyilik yaparken hissettiğiniz “Ben önemliyim.” duygusu gibi. Kendinize olan güveniniz arttığında kendinizi de daha fazla sevmeye başlarsınız. Kendinizi sevdikçe de daha fazla iyilik yapmak istersiniz ve bu döngü halinde devam eder durur. İyilik yapmaya devam ettikçe sosyal ilişkileriniz de gelişmeye başlar. Çevrenizdeki kişiler,sizdeki iyiliği gördüğünde onlarda da olumlu etkiler yaratırsınız. Çünkü iyilik yaptığınızda karşı tarafa aslında “Ben senin iyiliğini istiyorum, mutlu olman beni de mutlu ediyor” mesajını vermiş oluyorsunuz. Böylece onların da iyilik yapmasına destek olmuş oluyorsunuz ve sosyal mekanizmalar bu sayede daha da güçlenmiş oluyor. Tek başına yanan bir mumu düşünün mesela. Aydınlatabildiği yer oldukça kısıtlıdır. Aynı odada çok sayıda mum olduğunu ancak bunların henüz yanmadığını varsayın. Yanan mum, ateşinden bir parçasını yanındaki diğer muma verebilir. Yeni yanmaya başlayan mum da bir diğer muma ateşinden bir parça vererek onun da yanmasını sağlayabilir. Tüm mumların bu şekilde yardımlaşılarak yandığını düşünün. Ne kadar da aydınlık bir oda oldu değil mi? Çünkü bütün mumlar ateşini yanındaki mumla paylaştı, her bir mum diğer muma örnek oldu ve aydınlık tıpkı iyilik gibi paylaştıkça çoğaldı.
Dünyaya daha geniş açıyla bakan insanlar,iyiliğin yaşamdaki kritik önemini daha çabuk fark edebiliyor. Çünkü yaşamın sadece belirli bir zamanla veya mekanla sınırlı olmadığını biliyorlar; karşılaşılan zorlukların bir son olmadığının, hayatta her şeyin mümkün olabileceğinin, ya da bir şeylerin hep aynı yerde kalmayacağının, yaşamda sürekli bir şeylerin değiştiğinin farkındalar. Böylece hayatta asıl olan ve değişmeyen tek şeyin iyilik olduğunu daha kolay keşfediyorlar. İyilik yapmak, iyi niyet beslemek, bu insanların yaşam felsefesi haline geliyor. Aslında paylaşımcılık, dünyaya daha geniş bir gözle bakmakla başlıyor. Çünkü bu dünyanın sadece sizinle sınırlı olmadığını anlıyorsunuz. Sizin desteğinize ihtiyaç duyabilecek insanlar olduğunu fark ediyorsunuz ve dünya bu noktadan sonra yaşanılabilir bir hal almaya başlıyor. Bu farkındalıkla birlikte aslında daha ileri görüşlü,hayata ve insanlığa dair olumlu hedefleri olan, ufku geniş ve vizyon sahibi bir birey haline gelmiş oluyorsunuz. Tam tersine bencilliği seçen insanlar, aslında kendilerine güvenmeyen insanlardır; birisine yardımcı olmak onlar için korkutucudur çünkü kendilerinden bir şey verdiklerinde telafi edilemez bir kayıp yaşayabileceklerini düşünürler. Hayata bakış açıları dardır ve dünyayı sadece kendi yaşamlarından ve çevrelerindeki birkaç kişinin hayatından ibaret görürler. Sürekli çevrelerindeki insanlarla kendilerini kıyaslarlar, elde ettikleri şeyler aracılığıyla başka insanlarla rekabete girmeye çalışırlar. Aslında tüm bunlar oldukça yorucudur, çünkü kimseyle yarışmamanın verdiği özgürlüğü henüz keşfedememişlerdir ve hayata baktıkları o küçük pencere kendilerini her daim mutsuz eder. Oysa iyilik kavramının önemini fark edip bunu hayatına eylem olarak geçirebilen insan, başkasıyla rekabet duygusu içine girmez. Çünkü hayatın birkaç kişiyle sınırlı olmadığının farkındadır ve dünyada yapılacak çok daha anlamlı işler olduğunu bilir ve bu bilinç onu mutlu eder.
Herhangi bir karşılık veya övgü beklemeden yapılan iyilikler daha tesirlidir ve iyilik, beklenti olmadan ve çıkarsızca yapıldığında anlam kazanır. Bu haliyle insanı daha mutlu eder. Çünkü beklenti içinde olmak stres yaratır ve yaptığınız davranışın hayatınız için ne kadar anlamlı olduğunu fark etmeniz bu nedenle zorlaşır.
Birine güzel bir söz söylemek, hediyeleşmek, gülümsemek, derdini dinlemek… Sadece kelime olarak bunları ifade etmek bile ne kadar rahatlatıcı değil mi? Bir o kadar da mutluluk verici. İşte insan hayattaki asıl zenginliği burada yakalıyor. Hem kendini hem insanlığı seviyor çünkü. Yardımlaşmanın verdiği huzuru ve pozitifliği hissediyor ve böylece hayat başlıyor. İnsan özüne kavuşuyor ve iyilik ruhunu iyileştiriyor.