“Proleter Yazar” Jack Londan; kırk yıllık kısa bir ömre hem edebi başyapıtlar hem de serüven dolu bir yolculuk sığdıran bir yazar. Vefatının üzerinden yıllar geçmesine karşın hala özellikle işçi sınıfının en çok okuduğu yazar olmaya devam devam ediyor. Ardında 50’yi aşkın kitap ve yüzlerce makale bıraktı. Bu eserler binlerce kez yayınlandı ve yayınlanmaya devam ediyor.
“İşçi sınıfının içinde doğdum” diyor Proleter Yazar fakirliğin her türlüsünü yaşar. İşsiz kaldı, hapis yattı, Amerika’nın her yerini gezdi. Çok farklı işlerde; istiridye korsanlığı, hademelik, ütücülük, gemicilik, altın arayıcılığı, boksörlük, maden işçiliği, çiftçilik, gazetecilik ve yazarlık yaptı. Bütün bunları ise Marx, Nietzsche, Darwin kitapları ile tanışması değiştirdi. Bir anlam kattı diye değerlendirir. Bu değişimin deneyimleri gerek toplumsal tavrına, edebiyatçı yaklaşımında bir yol haritası işlevi gördü.
London, üremi sebebi ile 22 Kasım 1916’da son nefesini verdikten sonra kitaplarında intihar eden kahramanlarının çokluğundan “intihar mı etti” söylemlerini beraberinde getirdi. Çünkü odasında morfin hesabı tuttuğu bir defter ve yarım şişe morfin de bulunmuştu.
Ölümden sonra eserleri Amerika’da olduğu gibi dünyanın hemen hemen her yerinde yayınlanmaya ve bir süre sonra yükselmeye devam etti. Ama FBI London’ı statükonun gözünden “tehlikeli” yazar olarak kabul etti. Ayrıca 1950’lerde McCarthy döneminde yeniden popülerlik kazanırken Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu kitaplarından yola çıkılarak çevrilen filmler bu tür yaklaşımların önünü büsbütün kesti.
60’lı yıllardan itibaren özellikle Martin Eden ve Demir Ökçe gibi çokça okunan başlanan kitaplar oldu. Demir Ökçe ise modern distopya örneklerinden biridir. Bu bağlamda Orwell’in 1984 eserine de ilham kaynağı olmuştur.
Martin Eden, genç ve güçlü bir gemi işçisidir. Türk filmlerinden de alışkın olduğumuz üzere kendinden çok daha üst düzey bir sınıftan birisine, zengin ve itibarlı Morse ailesinin kızı Ruth’a aşık olur. Türk dizilerinden bir farkı şu; bu sınıfsal aşk Martin’e kendisini geliştirmesi için motivasyon verir. Günde 4 saat uyku uyuyabilen Martin için kendisini tamamen eğitime verir. Gelişimi tek yönlü olarak değil maddi ve manevi her anlamda geliştirme yolunu seçer. Bu süreçte kendisinde var olan yazma yeteneğinin farkına da varır. Yazma kabiliyetini tetikleyen en belirgin husus ise Ruth ile kurmak istediği gelecek isteği de vardır. Fakat bu noktada ağzımızda acı bir tat bırakan Morse ailesinin ekonomik ve sosyal statüsüdür. Çünkü Morse ailesi Martin için kendilerine denk bir meslek payesi biçmektedir. Kahrolsun bağzı şeyler.
Günün sonunda kesinlikle çok iyi bir yazar olacağına inanan Martin’in bu isteği ne Ruth ne de etrafındakileri tarafından kabul görmeyince kendisi Ruth’tan 2 yıl süre ister. Yazmaya devam eder. Defalarca ret almasına rağmen yazmaya devam eder. Yazma süreci Martin’e farklı kazanımlar da sağlar. Sanatı, burjuvaziyi sorgulatır. Günün birinde şu kanıya varır. Bu kimseler çoğunlukla sığ ve yüzeyseldir.
Karakter dönüşümü başlayan Martin, bu süreçte bir kişi ile tanışır ki; bu kişi sığ gördüğü burjuva sınıfından olup onlardan olmayan, sığ kalıplara karşı olan birisidir. Brissenden. Yazdıklarını kimseyle paylaşmaz. Edebiyatın hak ettiği değeri göremeyeceğini ifade eder. Martin aksine bu düşünce de değildir ve yazmaya devam eder. Süreç biraz sancılı bir hal alınca Ruth gemiyi “istediklerimi bulamadım” der ve erken terk eder. Martin, çok çabalasa da sonuç değişmez.
Woman.
Yazmaya, yazdıkça ret yemeye devam eden bir döngüde iken nihayet talih yüzüne güler. Bir eseri bir yayın tarafından yayınlanır ve Martin artık konuşulmaya başlanır. Öyle ki popülerliğinden faydalanmak isteyen dergiler, yayınevleri olur. Martin ise geleceğin peşindedir.
Sefalet içinde bir hayat sürerken yazma tutkusunu hiç bırakmayan Martin’in başarısı ona maddi olarak da gelir sağlamaya başladığında sorgulama devam eder. “Benim fikirlerimi kimse görmedi. Yazdıklarım edebi bir değere tabi tutulmadı. Sanatsal değeri görmedi. Şimdi geçmişte yazdıklarım, savunduklarım aynı iken yine aynı kişiler tarafından değer görüyorum.” Bu durumun çelişkisini zihinden kurcalar durur.
Martin’in önü alınamaz yükselişi sonrası Ruth geri dönmek ister. Ama Martin bunun sevgi ile aşk ile olmadığını düşündüğü için kabul etmez. Bu vazgeçiş ona başka bir pencere açar. Martin aslında Ruth’a değil. Kafasında kurguladığı Ruth’a aşıktır ve anladığımız kadarıyla kırgındır. Zaten bu süreçte lanet, aksi bir adam olur çıkar karşımıza. Sürekli uyuyan, hayattan iğrendiğini söyleyen bir Martin doğmuştur artık.
Onu kurtaran ne midir?
Buyurun beraber okuyalım.