Bir evliliği bitirmeye karar verebilmek ve bilmediğin yeni bir yaşama geçebilme cesaretini kazanabilmek çok zorlu bir süreçtir. Geride bırakman gereken koskoca bir hayat, anılar, sevinçler, gözyaşları, mutluluklar ve milyonlarca kalp kırıklıkları vardır.
Yuva denilen yerden bir kişi uçmak zorunda kalır. Kolay mı öyle yuvayı terk etmek? İçinde albümler dolusu hatıraları var. Çekmecelerden taşan anılarını sığdıramaz valizlere. Paylaşması gereken eşyalar, vazgeçmesi gereken hayaller, ‘o an geldiğinde’ gitmemek için direnen bacaklarıyla son kez bakar bir zamanlar yuva dediği yere.
İlk sene korkunç geçebilir. Yatağın tek bir yanında yatmaya devam edersin ve bunun farkında bile olmazsın. Ayrılmana sebep olan etkenler hâlâ hayatındaymış gibi ellerin de, kalbin de titremeye devam eder.
Kapı çalınır, o geldi sanırsın -gelmeyeceğini bildiğin hâlde!-
Kadınsan eğer, bir de çocuklar senin yanındaysa -ki çoğunlukla böyle oluyor- ağlaman yasak! Bu yasağı kimse koymaz, sen yasaklarsın kendine. Madem bir halt yedin cesur kuş, şimdi zırlama da uç bakalım dersin. Bu bir zorunluluk, çünkü yeni yuvanda yiyecek bekleyen yavru kuşların var.
Yılbaşları, tatil günleri, deniz mevsimi, önceden eşinle katıldığın arkadaş toplantıları yoktur artık. Bayramlardan bahsetmek bile istemem; ilk senenize denk gelen bayramlar yalnızlığınızın maluma ilanıdır.
Kısacası zordur bir yuvayı yıkmak… Güzel bir gününüzü örten kara bir gece gibi düşünün. Senenin en uzun gecesidir o gece. Bitmek bilmez sanırsınız. Uyuyamadıkça yatakla savaşır, onca savaşımızın sonunda da bitap düşüp uykuya yeniliriz ya; hah, işte! O yenik düştüğümüz an, güneşin doğmasına yakın bir zamandır. Gözlerimizi tekrar açtığımızda çoktan doğmuştur üzerimize güneş… Başın çatlıyordur ağrıdan; gözlerin şişmiş, omuzların tutulmuştur ama güneş de doğmuş, o en uzun gece bitmiştir.
Kalk ayağa! Sakın yatağa saklanma! Kendinden saklanabileceğini mi sanıyorsun canım insan? Bir karar verdin, uyguladın, tamam kabul ediyorum çok zorlandın ama bitti! Yeni hayatına Merhaba de bakalım.
Hayat her birimize birçok seçenek sunar. Şanslı ve şanssız olduğumuza dair ettiğimiz laflar boş lakırdılardır. Ama şunu göz ardı edemem. Cesaret önemlidir tabii ki ama şartların eğer ki uygunsa! Ya değilse? Kadın adına konuşayım, bir kadın olarak. Belki okumadın, belki de okutulmadın, belki çalışmadın, belki de çalıştırılmadın… Ekonomik gücün yok; dolayısıyla buna cesaret edecek gücün de yok! Ne yapacaksın o zaman? Diyorlar ya “kırıp dizini oturacaksın” kadınlar da öyle yapıyorlar hâliyle.
Bu bir kısır döngü değil, olmamalı! Anneler, babalar, erkekler, kadınlar, gençler, genç hissedenler, genç olduğu hâlde yaşlanmış hissedenler… Yani siz insanlara sesleniyorum! Tek çaremiz okumak, okutmak, çalışmak, çalıştırmak, öğretmek, tecrübe kazandırmak… Hem kendimize, hem de kendimiz gibi gördüklerimize! Kuru kuru ‘Seviyorum onu’ demekle olmaz. Seviyorsan eğer,’ işte o her kimse!’; kendi ayaklarının üzerinde durabileceği kadar eli ekmek tutsun. İlle doktor, mühendis, hemşire, avukat olması gerekmiyor. Önce insan olsun, sonra da insan olarak kalabileceği bir işe sahip olsun.
Çocuklarınızı, sevdiklerinizi, değer verdiklerinizi, kıymetlilerinizi sürekli kanatlarınızın altında tutamazsınız. Ya kırılırsa kanadınız? Ne yapacak altında sakladıklarınız?
Bu hayatta mutlaka gerçekleşecek olan iki şey varsa; biri ayrılık, diğeri de ölümdür.
Öyle bir kuşanın ki zırhınızı, hatta sevdiklerinizi öyle zırhlarla kaplayın ki; bu zırh kendi eti ve kemiğinden olsun.
Bunu yazarken Google’a baktım ‘Derisi en kalın hayvan hangisidir’ diye. Ne çıktı biliyor musunuz? BAL PORSUĞU! Kalın derisi, gücü ve savunma yetenekleri sayesinde çok az doğal düşmanı varmış. Az düşmanı olmasının sebebi ortada, öyle değil mi? Çünkü kendisini koruyabilecek bir güce sahip.
Biz insanların, Bal Porsuğu’ndan eksiği ne öyleyse? Bence BAHANELERİMİZ! ‘İstisnai durumlar var tabii ki biliyorum, anlıyorum ve asla yargılamıyorum’
Boşanmayı anlatma sebebim, bitişlerin en zoru olmasından dolayıdır. Bazıları asıl bitişin ölüm olduğunu zannederler ama değildir. Ölenin mezarı vardır ama boşanan kişi ölmekten beter hissettiği hâlde saklanabileceği bir mezarı bile yoktur. ‘Teşbihte hata olmaz’ derler, çoğunlukla da doğrudur. Benzetmemi mazur görün lütfen.
Küllerinden yeniden doğabilecek kudrete sahipsin, inan buna. “Değilim!” mi diyorsun? Anlıyorum seni. Sen de o istisnai durumlara sahip insanlardan birisin. Ama senden sonrasını, senden olmaları, senden doğmaları veya sevdiklerini “Küllerimden doğacak kudrete sahip değilim!” demek zorunda bırakma! Sana kıyılmış, belli; bari sen onlara kıyma!
Güçlü bir toplum; güçlü, aklı başında, bilgili, cesur, atak, çalışkan, pes etmeyen, marifetli, okuyan, en ufak bir bilgi kırıntısının bile peşinde koşan insanlardan oluşur. Her bir birey toplum için ya zehir ya da panzehirdir. Zehir insan vücudunda bulunmaz. Hangi canlılarda bulunur siz benden çok daha iyi bilirsiniz. Bunu ne kendinize yakıştırın, ne de sevdiklerinize…
Güce bilekle değil, bilgiyle ulaşabiliriz. Bilgi, gücün yolunu açar.
Yolumuz açık olsun canım insan!