Kadın, topraktır. Berekettir. Bire, bin veren; göğsünde yavrusunu büyütendir. Bahar gelir, yeşillenir. Dallarından taze yemişler süzülür. Bazen kış gelir. İçine döner yeni tohumlarını büyütebilmek için. Zordur kadın olmak! Doğurganlığı hem kudretidir, hem de bir ömür omuzlarında taşıyacağı yazgısı. Toprak Ana gibi kurur, Toprak Ana gibi filizlenir. Zümrüdü Anka kuşudur kadın. Birçok kere ölür. Her ölümünün ardından tekrar dirilir. Ölümsüzlük iksiri ile kutsanmıştır ve yine ölümsüzlük iksiri ile lanetlenmiştir. Velhasıl kadın olmak: evlada kul, eşe tarla, ana/babaya miras, topluma merhamet olmaktır.
Ben, kadını bir sanat eserine benzetirim. Zarif dokunuşlarla güzel şekil alan çamur gibi! Öyle bir kıvrılışı vardır ki, narin ve sade; oluşumunu seyretmek ruha şifa verir. Ümitlendirir. Onu şekillendiren eğitimli eller; sevgiye, merhamete, aşka, vefaya ve en önemlisi de berekete doğru döndürür durur kadını. Şekil aldığı anda da durur çark. İşin ehli, çeker ellerini üzerinden. Kadının kendisini bulduğu an, tam da bu andır. İşin ehli de ailesidir.
Aileler kız çocuklarını yaşlandıklarında kendilerine baksınlar, erkek çocuklarını da soylarını devam ettirebilsinler düşüncesiyle yetiştirirlerse, ailenin ana kolonu sarsılmaya başlar. Yanlış öğrenmiş oldukları bu düşünce biçimi, terzinin dikeceği kıyafeti yanlış biçmesine benzer. İlk makas darbesinin yanlış yere değmesiyle, sonuna kadar eğri gitmesi muhtemeldir. Birbirinden ayrılmış iki parça kalır elinde ve ikisi de hiçbir bedende şekillenemez. Hata terzideyken, işe yaramaz hale gelense kumaştır.
Kadının ruhunda hiç ölmeyen bir kız çocuğu yaşar. Kimi ağlar, kimi güler. Gülen, geleceğin umudu; ağlayansa, toplumun yarası haline gelir. Kadın cinayetleri, yaranın kanlı gözyaşlarıdır. Silmenin faydası yoktur yara kapanmadıkça.
Eğitim ve öğretimde kız çocuklarını öncelikli olarak görmemizin en önemli sebebi; erkeği de, kadını da doğurabiliyor olmasıdır. İlk yetiştiriliş anne eliyle başlar. Bilinçli ve eğitimli anne; öncesinden seçimlerini doğru yapabilmiş, yapamadıysa dahi yanlışından dönebilmiş olandır. Ekonomik koşulları, mesleği ve kendine olan güveniyle, atacağı yeni adımlarda korkusuz ve istekli olabilecektir. Korkmasını gerektiren etkenler hayatına dahil olsa bile; bilgi ve birikimiyle buna karşı koyabilecek, hayata tutunabilmenin bir yolunu bulabilecektir.
‘Kadının yeri evidir’ mantığı; çağ dışı, anlaşılamaz ve kabul edilemezdir. Kadını evde kalmaya mahkum etmek, toplumu müebbet hapis cezasına çarptırmakla aynı şeydir. Kadın sağ elinde bereketi, sol elinde şefkati taşır. Tek bir dokunuşuyla bereketlendireceği toprakları bunlardan mahrum etmek, kıtlığın sebebi olur.
Bugünün kız çocukları, yarının anneleri, eşleri, iş kadınları, bilim insanları, doktorlarıdır. Hangi meslek dalını örnek gösterebiliriz ki, ‘kadın’ söylenilen işte başarı gösteremesin? Temeli iyi atılmış bir binanın yıkılma ihtimali ne kadar azsa; iyi eğitim almış, doğru öğretimle donatılmış bir kadının yıkılma ihtimali de o kadar azdır.
Kadın sevilmek ister. Sonsuz bilgeliğine karşılık beklediği bir hediye gibidir sevilme isteği. Buna rağmen şiddete, hakarete, aşağılanmaya, görmezden gelinmeye ve yok sayılmaya maruz kalıyorsa; önce aile yapısına, sonrasındaysa birey olarak içinde yaşadığı topluma ve devletinin uyguladığı politikaya göz gezdirmek gerekir.