Ne denir buna? Otuzlardan kırka mı, yolun ortası mı mesela, yahut girdik bir yola ve yol ne getirdiyse hayrola mı… Esasında seçimlerin daha çok bize ait olduğu bir yol şu anki durağım. Her şey, yani bize dair her şey, bizim seçimlerimizle ilerliyor: idrak, irade ve istikrar. Bakın, bu üç kelimeyi pek sevdim bu yolda. Üstümde bir başka sakinlik, farklı bir huzur hali var.
Dünyada olup biten oluyor; dahası yanı başımda bile eşimin dostumun bir yaşamı, tercihleri var. Herkes olması gerekeni yaşıyor. Yaşam, her an her yerde olmakta olandır. “Ol” der ve olur (!). Oysa biz, o etkiyi aldıktan sonra kendi yaşamımızı inşa ederiz. Kim olacağımızı, nasıl karşılık vereceğimizi seçecek olan biziz. Bir açıdan bakınca, bu durum bardağın boş ve dolu tarafı meselesine benzer. Yaşamda mühim olan, olanı olduğu gibi kabule geçip, bu halde ne yapman gerektiğine karar vermendir.
Yaşamla bir olmak gerekir. Bu bir yolculuk halidir ve yol, ancak kabule geçtiğinde keyif verir. Başka bir dinginlik vardır, başka bir sakinlik… “Bu ben miyim?” diye sorarsın ara ara. Kimi zaman memnuniyetsiz birine bile dönüşecek olursun ama sonra anlarsın: bu yolun hikayesi budur. Seçimler sana aittir belli bir noktada, yani sen kabule geçtikten sonra.
Ara ara, o sendeki öfke yüz gösterir; sonra yine şen ve coşkulu sevinçlerin gün yüzüne çıkar. Oysa hepsinde vuku bulan, yola yayılan o kokunun etkisidir. Yolda başka bir koku vardır; çoktan çekmişsindir içine, içine, içine işlemiştir çoktan. Dönülmez başa. Kabulün misk aroması sinmiştir üstüne, başına.
Sen artık arayansındır. Kendi içinde “sen olanı,” aslını bulmaktır mesele. Kahramanın yolculuğu fark edişlerle başlar; ona murat edileni bulmakta yatar tüm gizem. Esas olan, benzersiz seni, içindeki özü keşfedip onu yaşama sunmakta yatar.
Hikayenin en güzel yeri ise burada başlar. Ne zaman ki bulursun gerçeği, işte o an mağaradan çıkmış olmak yetmez; gördüğünü, duyduğunu, bildiğini yaymaktır kahramanın görevi. Yaşam denilen bu dünyada her canlının bir görevi vardır.