Kalbim, Cümle Şair Dostlar Bahçesi

266 Görüntüleme
9 Dak. Okuma

ŞAİR VE ŞİİR YAZILARI
(ALİ ASKER BARUT, HAZİRAN 2022, YAZILI KÂĞIT YAYINLARI)

Değerli şair Ali Asker Barut, kendisini ve sanatını örnek aldığım şairlerin başında geliyor. Onun Kalbim, Cümle Şair Dostlar Bahçesi’ni okuduğumdan beridir sık sık başvurduğum en önemli kaynaklarımdan biri oldu bu kitap. Bunu sosyal medya vasıtasıyla kendisine iletme imkânım da oldu. Kitabı edindiğim için tevazu göstererek çok mutlu olduğunu söyledi. Zaten o böyle durumlarda hep alçak gönüllü davranan bir şair. Kendisine üstat veya büyük şair denilmesine de izin vermiyor. Kendisinin şair olarak anılmasını ve büyük şairlerin yanında o yolun bir Tâlibi olarak görülmesini istiyor. Bahsettiğim yazışmada bana mücevher niteliğinde şu tavsiyelerde bulundu kendileri: “Şiirin okulu şiir kitaplarıdır. Okuyacaksınız. Her anlayıştan şiire mutlaka bakacaksınız. Şiir yolunuzu da bu okumalar yapacak. Vazgeçmeyin şiirden. Isrardır şiir. Israrlı olun.” Şairin bu tavsiyeleri kulağımdan hiç düşmeyecek altın bir küpe olarak kalacaktır. Kitaba dönersek, Şairin Bakışı adlı yazıyla açılıyor kitap. Burada şairin öngörüsünün, şairin bakışının toplumun gerisine düşmesine karşı olduğunu ve şairin topluma yeni bakışlar, yeni pencereler açması gerektiğini belirtiyor Ali Asker Barut. Şairin bu ön açıcı tespitine dört elle sarılmak ve bu görüşünü şiar edinmek benim gibi her genç şairin görevi olmalıdır. Şairin yazılarını okuyunca ne kadar yumuşak huylu olduğunu anlayabiliyorsunuz. Aynı zamanda onun hem geçmişin hem de geleceğin dilini konuştuğunu, her iki zamanda da ayak izlerinin olduğunu görürsünüz. Şair, dünü bir güneş olarak görüp kendisini yarınlara uzatacak bir gölge yapmış. O, kendisine eski ozanların hatırlatıcısı görevini vermiş. O ozanların şiirindeki ışığın önüne düşen karanlığı aydınlatacağına inanmış. Aynı zamanda o ışığı arkamızda bıraktığımızda önümüze düşen karanlığı arttıracağı uyarısını da yapıyor. Eskilerin gönüllerinden akan engin şiirine görgü olarak bakıyor. Çünkü ona göre şair, insanların arasında gezen Hızır’ın keder arkadaşıdır. Yüreğinde büyük bir keder vardır. Hızır ile aynı şeye ağlar. Böyle bir şairin şiiri aslında o toplumun büyük bir sanatıdır. Ona göre şiir, bütün bir toplum adına sızlayan bir vicdandır. Şiir, herkese ait bir çığlıktır. Şiir, bir kişiyi yakalar ve o bir kişiyi onlar, yüzler, binler yapar. Şair, şiirle ilgili yazılarında 1980 sonrası şiirin yeteri kadar eleştirilmediğini ve bu eksikliğin nitelik ve nicelik olarak kalitesizleşen şiir ortamının baş sorumlusu olarak görür. Buna Hüseyin Cöntürk örneğini verir. Onun gibi eleştirmenlerin kalmadı demek istediğinin üzerine basıyor şair. Anlattığına göre Cöntürk, dikkatini çeken şairleri adresine kadar arayıp bulur ve onlarla tanışırmış. 2000 sonrası şiirin de geleneği reddettiğini, yıkıcı ve karşı şiir olduğunu düşünüyor. Şiire ve şaire saldıranların tüylerini diken diken ettiğini belirterek böyle bir şiir algısının başlamasından korktuğunu da açık ediyor şair. Haksız da değil. Çünkü eline kalem alan herkes şair ve yazar olup ahkam kesmeye başladı. Eleştiriyle hakareti ve kötülüğü karıştırır oldu. Bu yüzden şair, böyle kasıtlı yapılan saldırı ve kötülüklerden gizlenmesini bilen şiirin güçlü kalacağını söylüyor. 1990’lardan sonra şiire yenilmişlik duygusunun hâkim olduğunu ve bu durumun değişmesi için Türk şiirinin havalandırılmaya çıkarılması gerektiğini belirtiyor şair. Yine, Türk şiirinin sesini kaybettiğini, şiirden anlam çıkarmaya çalışmanın şiiri yorduğunu, şiirin her türlü sistemde olmaya devam edeceğini, şairin tevazu sahibi ve kompleksiz olması gerektiğini, öncelikle iyi bir insan olmayı ileride tutması gerektiğini belirtiyor. İyi şiirin, iyi bir şair olmanın zamanın eleğinin işi olduğunu, şovsuz ve telaşsız olunması gerektiğini belirtiyor. Ve ardından kendisi de şiiri de gelişerek yürüyen nadir şairlerin şiirini gökyüzü, yeryüzü zamanına emanet edeceği müjdesini veriyor. Şair, günümüz şiirinin çıkmazı olarak İkinci Yeni gölgesini görüyor. Bu gölge yüzünden kimliksiz, karaktersiz, İkinci Yeni kopyası ve zayıf bir şiir yazıldığını düşünüyor. Bu etkiden bir en evvel çıkmak gereğini şart koşarak yeni şiirler okumamız gerektiğini çığırıyor. Şairin bu görüşüne kesinlikle katılıyorum. Şiire başlarken İkinci Yeni etkisinde yazdığımı hatırlıyorum. Şimdi birkaç yıldır bu şiirin etkisinden kurtulmaya çalışıyorum. Kendi çizgimi oluşturmaya başladığımı düşünüyorum artık. Ne kadar başardığımı zaman gösterecek. Zira şairin kitaptaki şu sözü beni kamçılıyor: “Şiir, hayatta bir duruş sahibi olmanın, bir dik durmanın, bir büyük ısrarı, herkese ve her şeye rağmen inatla sürdürmenin sanatıdır.”

Büyük şairlerin kendisinden sonraki yeni şairlere karşı ilgisiz olduğundan yakınıyor Ali Asker Barut. Görmediklerini, konuşmadıklarını, öne ışık düşürmek istemediklerini ve kendilerinden sonraki şiire karşı “kör sağır kapı duvar” durumunda ısrarlı oldukları görüşünü bildiriyor. Hatta Adam Sanat Dergisi’nde Memet Fuat’ın böyle bir çağrı yaptığını ve bu çağrıya kulak kapatıldığını hatırlatıyor. Memet Fuat’ın bu dergide “usta şairler, takip ettikleri şiiri, izledikleri şairleri söylemeliler.” dediğini aktarıyor. Genç şairlere de önce kendi şiirlerinin sahibi olmayı becermelerini ve dile hâkim olmaları gerektiğini salık veriyor. Ellerinin altında mutlaka bir Türkçe sözlük bulundurmalarını şart görüyor. İyi şiiri kovalamalarını, bunun için mesai harcayanların iyi şiirin hanesine yazılacaklarını; kavgadan uzak durmalarını, sürtüşmeden beslenmemelerini iyi şiir için gerekli görüyor. Böyle olduklarında şiirin karanlıklara karşı cesaret vereceğini ve dolayısıyla hayata karşı bir duruşlarının yer edeceğini belki tecrübesiyle dile getiriyor şair. Şiirde 36. yılını kutladığını belirterek kendisiyle ilgili tüyolar da veriyor yer yer. Örneğin; Tunceli, Elâzığ ve İstanbul için “bir huy olmuşsa üzerimde şiir, bu üç şehre borçluyum.” diyor. Onun için kitabın arka kapağında Abdülkadir Budak, “iyi şair”; en iyi dostlarının başında gelen Haydar Ergülen de “iyiliğin şiiri”ni yazdığını söylüyor. Bunu şu sözüyle kendisi de ele veriyor şair istemeden: “Şiiri yüzde yüz kusursuz olsa bile karakteri kusurlu bir şair, nezdimde düşkün bir şairdir.” O, bu konuda gerçekten samimidir. “Şairlik bir büyük samimiyet demektir; şairin önce samimiyetine sonra şiirine bakılır!” cümlesi bu durumu haykırır niteliktedir. Şair, şiirimizin iyi yüzleri adıyla açtığı ikinci bölümde Haydar Ergülen’e “Haydar’ın içliliği benim gömleğim, Haydar’ın şiiri dünyaahiret “müsahibim”dir. Yoldan, Kerbelâ’dan, 14 Masum û Paklar’dan tam bin yıldan beridir tanışım olur Pir Haydar Ergülen.” sözleriyle ayrı bir yer vermiş. İnsan gerçekten etkileniyor böyle dostluklara şahit olunca. Yine Arif Ay, Turgay Kantürk, Didem Madak, Oğuzhan Akay, Yücel Kayıran, Sunay Akın gibi şairlerden ve şiirlerinden de övgüyle bahsetmiş. Kitabın devamında şairin Arif Ay ile yaptığı söyleşiye yer verilmiş. Şairin bir dönem Almanya’da yaşadığını, Frankfurt’ta kardeşiyle yayınevi kurduğunu, aldığı ödüllerini, şiirlerinin Almanca, İngilizce, İtalyanca, Fransızca ve Bulgarca’ya çevrildiğini öğreniyoruz söyleşinin girişinde Arif Ay’dan. İlginçtir, yurt dışında gazetecilik yapmış şair. Ayrıca Alman edebiyatından şiir çevirileri de yapmış. Şair, şiir macerasının 1985 yılında Memet Fuat’la başladığını belirtiyor. Kendisine bir tomar şiir vermiş o da “Gövel Kuş” şiirini seçmiş. Her ay şiirlerini götürüp göstermeye devam etmiş ve bu nedenle de Memet Fuat’ın takdirini kazanmış. Bir yıl sonra da zaten Adam Sanat’ta düzeltmen olarak işe başlamış onun yanında. 2004 yılına kadar severek sürdürmüş bu görevini şair. Memet Fuat’ın karşılığında ondan tek istediği güzel şiirler yazması olmuş. Bundan dolayı şair, “İyi şiir Memet Fuat’a sözüm, Türk şiirine ise borcumdur.” diyor. Söyleşinin devamında şiirimizin köklerine değiniyor. Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Yunus’u, Mevlana’yı, Pîr Sultan’ı, Şah Hatayî’yi, Fuzuli’yi, Bâki’yi, Şeyh Galîp’i, Dadaloğlu’nu, Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı anıyor, Sezai Karakoç’u ziyaretini anlatıyor. Şair, 2011 yılında Sezai Karakoç’un Cağaloğlu’ndaki yayınevini ziyaret etmek istemiş fakat Karakoç orada değilmiş. Kader, deyip geri dönmüş. İki gün sonra Frankfurt’a uçacağı gece bir rüya görmüş. Bunun üzerine anlamış ki görüşmenin vakti şimdiymiş. Kalkar kalkmaz hana varmış ve büyük şair karşılamış kendisini. Rüyasını da anlatmış kendisine. Tüyleri ürpererek Sezai Karakoç o rüyayla kendisine çağırmıştı beni, diyor şair. Yine burada iyi insan olmayı, iyi şair olmaktan çok daha fazla önemsediğini tekrar hatırlatmış şair bize. Kitabın sonun da şairin bir öyküsü de yer alıyor fakat ben yazımı şairin Arif Ay’ın yine kendi sözlerini hatırlatarak “şiirin kör, sağır duvarı yıkıp yıkamayacağı hakkında ne düşündüğünü” sorduğu soruya verdiği cevapla sonlandırmak istiyorum. Ali Asker Barut söyleşisini şu cevabıyla bitiriyor: “Umudum, umudumuz o. Çünkü biz kelimelerin bu dünyada silahlardan daha güçlü olduğuna inananlardanız. Başka türlüsüne inanmak elimizden gelmez. Şiir iyinin, iyiliğin hatırlatılmasıdır hepimize. Ve günü geldiğinde onun yani iyiliğin kazanacağını bize fısıldar, kelimelerle.”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version