Eğer yaşama tutunmak istiyorsak, umudumuzu aynı bir hayat arkadaşımız gibi yanımızda taşımalıyız…
Neden yaşıyoruz? Neden çabalıyoruz? Neden yere düştükçe ayağa kalkmaya devam ediyoruz? Neden gecesinde ağladığımız sabaha gülerek uyanıyoruz?
Neden biliyor musunuz?
Çünkü yapmak istediğimiz şeyler var, gerçekleşmesini istediğimiz hayallerimiz var, olabilmesi için her şeyimizi feda edeceğimiz inançlarımız var. On kere düşsek, on birinci kez düşeceğimizi sansak bile bir umutla yine kalkarız düşmeye inat. İşte karamsarlığa, karanlığa, hataya, hastalığa hatta ve hatta yaşamaya inat etmektir umut…
Bir okyanusa düştüğünüzü düşünün, boğulsanız bile son ana kadar yüzmeye çalışırız çünkü bir umut, kurtulmak için umut ederiz.
Umut, her insanın en az bir kere kullandığı tek ilaç. Belki de en etkilisi. Yoğun bakımda yatan bir hasta, onu bekleyen yakınları, terfi bekleyen bir çalışan, sınava girecek bir öğrenci, karşılık bekleyen bir aşk, oğlu savaşta bir anne, soğuk bir günde sıcak bir kap bekleyen köpek…
Dünyanın her tarafında her şey kötüye gitse bile, içindeki bir gram umutla hayata tutunmaya çalışan milyonlarca insan…
Umut edersek, gerçekle yüzleşmek daha kolay ve acısız olacaktır. Çünkü her şeyin bir gün düzeleceğini, yarının bugünden daha iyi olacağını, bir gün yağmurun dineceğini, güneşin açacağını… Kurak ve susuz geçen bir yaz gününde gökten düşen bir damladır umut, karayı hayal eden denizcinin yüzündeki tebessüm, uğruna savaştığı şey için her gün sokaklara dökülen aktivistlerin sesi, pankartlarıdır.
Dünyayı daha güzel bir yer yapar, havayı daha aydınlık, güneşi daha parlak görür insan. Asla çözülmeyecek bir bağ oluşur iki umut eden insan arasında.
İnsan için su ne ise umut da odur, susuz yaşanmadığı gibi umutsuz da yaşanmaz, fazla hayatta kalınmaz.
İnsanlar bir iş yeri kurarken, bir restoran, mağaza vb. girişimde bulunurken, insan başarılı olma umuduyla karar verir. Eğer sadece “mantıkla” karar verilseydi, kimse hayallerinin peşinden koşamaz ve nice güzel fırsatları kaçırırdı.
Duyguyla hareket edilen hiçbir şeyin mantıklı açıklaması yoktur bence. Belki gerçek anlamda umut mecazdır ama bir o kadar da gerçek olacak kadar güçlü ve dayanıklıdır. İnsan ilişkilerinde de böyledir. Eğer umut olmasaydı, robotlaşırdık. Umudunu kaybeden insanlar her şeyi düşünerek yapar ama hiçbir şeyden zevk alamayan bireylere dönüşür, yeniliklerden korkar, bir işe risk ile giremez, küstüğü insanlarla barışmayı gereksiz görür.
Kısacası: Umudumuzu kaybettiğimiz an, tahmin edemeyeceğimiz yeniliklere, güzel sonuçlara da açılan kapıyı kapamış oluruz.
Hayal kurmayan, umut etmeyen, bir şeylere inanmayan ve asla başaramayacağını düşünen bir insan zaten ruhen ölüdür.
Umut, ummaktan doğan bir güven duygusudur. İnsan bir şeyleri ister, başarmak için çabalar ve en sonunda olması için umut eder. Bu umut insana, başka bir şekilde elde edemeyeceği bir güven verir. Bu nedenle ben, herkesin umut etme duygusunun kaybolduğu bir hayatı hayal bile edemiyorum. Hepimiz umutlandığımız, gerçekleşmesi için uğraştığımız şeylerle hayata anlam katıyoruz.
Kaba bir örnek verecek olursam, her şeye sahip olan insanın yaşadığı dehşet hâli verilebilir burada. Çünkü bir şeyleri istemek, hayal kurmasını, bir amaca yönelmesini, onun için savaşmasını, çabalamasını engeller.
İnsanın sırtında ne kadar yük olursa olsun, yüreğinde bir kuş yaşatsın, adı da umut olsun.
Hayallerin Yusuf kuyusuna düşmüş olabilir ama kervanın geleceğinden emin olmaktır umut…