Alnımda yazanlar mı
Aklımda kalanlar mı
Oyunbozan mı haklı?
Biri söylese…
(Mor ve Ötesi)
Serkan arkasından gelmekte olan Ece ve Ege’yle göz göze gelmek için bir süre bekledikten sonra kafası ile ilerideki parkı işaret edip konuşmaya başladı:
“Burası iyi değil mi? Yeterince uzaklaştık sanki!”
Ece ve Ege hiç ses çıkarmadan başlarını sallayarak onay vermeleri üzerine üçü de parka doğru yöneldi. Buldukları ilk piknik masasına geçtikten sonra bir süre sessizce dinlendiler. Sonrasında çok da beklemeden küçük sırt çantalarından nevalelerini çıkarıp masaya koydular. İlk tepkiyi Ege verdi:
“Ooo, fakir dolması da gelmiş!”
“Ooo, zengin tatlısı da gelmiş!” diyerek hızlıca cevap verdi gülümseyen Ece.
“Alın size bu da orta direk gazozu!” diyerek Serkan hemen araya girdi ve cevap vermelerini beklemeden konuşmaya devam etti: “ Girişi kısa tutarak hemen konuya girmek istiyorum. Zaten yıl olmuş iki bin yirmi bilmem kaç yok Ege Bey’in zengin arkadaşları görmesin, yok Ece Hanım’ın fakir arkadaşları görmesin diye kampüsten ta nereye kadar yürüdük. Mahallelerde mahalle baskısı kalmadı, bizim okulda var. Neyse… Asıl konuya gelelim. Her ne kadar çok sallamıyor olsak da yakında öğrenci temsilcisi seçimi var biliyorsunuz. Yine iki kutuptan iki aday çıktı. İkisi de neredeyse taban tabana zıt konuşup duruyorlar doğru mudur?”
“Yani!” diyen Ege’den destek alan Serkan konuşmaya devam etti:
“Yani derken bir örnek versenize, benim şimdi aklıma gelmiyor!”
“Örneğin” diyerek konuşmaya başladı Ece: “Bizimkiler yemek ücretlerinin biraz daha düşürülmesini talep ediyor! Bunlarınki ise kaliteyi ve çeşitliliği arttıracaklarını söylüyor ve açıkçası maddiyat hakkında hiç konuşmuyor!”
“Sonuç olarak” diyerek lafa giren Ege hız kesmeden devam etti: “Bizimkiler onların projelerini vizyonsuz bulurken onlar da bizimkilerin projelerini gereksiz ve şımarıkça buluyor!”
“Peki, iki tarafında oy oranları ne kadar?”
“İkisinin de yaklaşık yüzde kırklık bir oranı var!” diyerek bilgilendirdi Ece.
“Yüzde yirmilik de kararsız bir kısım var demek ki!” diyerek konuşmaya başladı Serkan: “Sonucu da bu kararsızlar belirleyecek!”
“Peki, biz şimdi bunun için mi toplandık? Kime oy vereceğimize karar vermek için mi?”
“Aslında hem evet, hem de hayır!”
Bu cümlenin sadece bir açılış cümlesi olduğu çok açıktı ama Serkan susmaya devam ettikçe hem Ege hem de Ece Serkan’ın yüzüne bakmaya başladı. Bir süre sonra kendini toparlayan Serkan konuşmaya devam edebildi: “Şimdi şunu düşünüyorum. Yemekhanenin yemekleri için hem ücret düşüşü sağlanıp hem de kalite bir nebze daha olsun yukarı çekilebilir. Aynı zamanda kantin ve kafe kısmında çeşitlilik ve kalite de kolayca talebe göre şekillenebilir!”
“Yani?” diyen Ege’nin sıkılmaya başladığı çok rahat anlaşılabiliyordu.
“ “İnsanlar eninde sonunda hak ettiği gibi yönetilir!” derler ya, şimdiye kadar üçümüzün de memnun olduğu bir yönetici olmadan yönetiliyorsak bunu biraz da hak etmiyor muyuz?”
“Hak ediyor muyuz!” diye sordu Ece.
“Evet, hak ediyoruz!” diyerek başlayan Serkan bu sefer sözlerini kısa tuttu: “Peki, bu durumda ne yapabiliriz?”
“Ne yapabiliriz?” diye başlayan Ege, “Yoksa aklıma geleni mi düşünüyorsun sen de?”
“Tahminen. Bence bu işe bizim de girmemiz lazım!”
“Peki dostum!” diyerek tekrar Ege söze girdi: “Gerçekten ama gerçekten de bir şansımızın olduğunu düşünüyor musun?”
“Ben de bu konuda çok düşündüm ama az önce kendiniz yüzde yirmilik bir kararsız grubunun olduğunu söylediniz. Her iki taraftan da bir yüzde onluk kendi tarafımıza çevirebilirsek bu iş biter! Şimdi asıl soru; grupların içinden toplamın yüzde onluk bir dilimi kendi tarafımıza çekebilir miyiz?”
Uzunca bir süre düşündükten sonra Ece ve Ege bir biri ile göz göze gelip teyit verdiler:
“Yani imkansız sayılmaz!”
Şimdi daha da güzelini söyleyeceğim. Farz edin ki yüzde yirmiyi bile bulamadık! Ne olacak? İlla ki iki kutupta yer alan yöneticileri bizi görüp bizi seçeceklerin oylarını alabilmek için ortaya doğru meyledecek! Yani kaybetsek bile istediğimiz bazı şeylerin olmasını sağlayacağız!”
“Yani işin aslı şu anda içimde bir ses sana son ses itiraz etmem gerektiğini söylüyor ama söylediklerin o kadar mantıklı ki, hiç sesimi çıkaramıyorum!”
“Değil mi? Artık ileriye bakmamızın vakti gelmedi mi? Ama biz bir o yanımıza, bir bu yanımıza, dönüp dönüp arkamıza bakmaktan ilerleyemiyoruz. Artık dünyayla konuşmamız lazıma ama biz daha birbirimizle en basit konularda konuşup anlaşamıyoruz. Bir de şöyle düşündüm. Bir tarafa “kaplanlar” diyelim çünkü kaplanların ana vatanı Asya diye biliyorum; yani İpek Yolu, Baharat Yolu falan hep bir varlıklıların olduğu yer. Diğer tarafa da “aslanlar” diyelim çünkü aslanların ana vatanı da Afrika diye biliyorum, yani hep bir yokluk, açlık. Tabii ikisi de tek başına da çok sayılan hayvanlar ama bize daha iyisi lazım bize “kaslan” lazım!”
“Kaslan mı? O da neymiş?” diye tepki verdi Ege.
“Kaplan ve aslanın çiftleşmesinden dünyaya gelen bir hayvan!”
“Bak, şimdiye kadar bayağı iyi gitmiştin ama sonunda kelimeler uydurmaya başladın!”
“Ben hiçbir şey söylemiyorum! Sana iki dakika izin aç telefonunu bak bakalım var mıymış, yok muymuş?”
Bu meydan okuma üzerine hem Ege hem de Ece hızlıca telefonlarına davrandılar ve saniyeler içinde şaşkınlıkla Serkan’a döndüler. Sonunda Ege yine yenilgiyi kabul etmemek için çırpınmaya devam etti:
“Gerçekten de “kaslan” uyduruk bir kelime değil mi? Diğer türlüsü ne oluyor as-lan mı? Dur, bakayım! Bu bildiğimiz aslan oldu yine! Lan? Yoksa bu iş bayağı yaygın mı?”
“Yaygın falan değil! Senin aradığın asıl kelime “asplan”. Ama onun söylemesi biraz daha zor olduğu için bence “kaslan”dan devam edelim!”
Ege de anlamsız çabasından vazgeçince Serkan konuşmaya devam etti:
“Şimdi son bir sorumuz kaldı: “Benimle misiniz?”. Eğer benimleyseniz bu işin iyi ve kötü tarafları olacak. Örneğin mahalle baskısından korktuğunuz gruplarınıza karşı isyan etmiş olacağınızdan aforoz edileceksiniz. Ama belki de kendi kurduğumuz bir arkadaş grubu ile kendi habitatımızda daha verimli bir hayatımız da olabilir! Ya da hiç bir şey olmasa da aklımızda kalmamış olur, denemiş oluruz!”
Ece çok da düşünmeden cevap verdi:
“Seninleyiz be kaslan!”
“Kaslanım benim!” diye başlayan Ege bir yandan kolları ile sımsıkı sardığı Serkan’ın bir yandan da kulağına “ “Bir işe başlamak o işinin yarısını yapmak demektir” derler dedi, “Hadi bakalım, başlayalım şu işe!”