İçine kapanır insan bazen. Yorgunluğundan mı yoksa yalnızlığından mı bilinmez. Çünkü içidir insanın kendini gördüğü yer. Sorularının cevaplarını aradığı bir arka bahçesidir. Ektiği tohumları büyüttüğü yer, bir sığınaktır.
Sahi sen içine dönüp bakıyor musun? Arada sırada da olsa. Kendini dinliyor musun? Kulak veriyor musun kendi içine? Bunca koşturmacanın içinde yüklendiğin görevlerin gerekliliğini yerine getirirken. Kendi ile baş başa kalmak istemez bazıları. Çünkü içine ektiği tohumlar ruhunu daraltır. Hep olmazları ekmiştir ya da karamsarlıkları. Bazıları ise kendi ile kalmayı dört gözle bekler. Kendine değer veren her insanda olması gerektiği gibi. Hızla akan bir nehirde, akıntıya kapılıp gitmeden istediği an durabilen nadir insanlardır bunlar. Kendi değerini bilir çünkü değer görmenin en önemli basamağıdır, önce kendi değerini bilmek. Sen kendini önemsemezsen önemsenmezsin. Belki bencillik gibi gelebilir ama ‘önce ben’ demeli insan. Önce sen iyi olmazsan zaten sevdiklerine de iyi gelme şansın yok.
Hani deriz ya bazı insanlar için ‘o çok içine kapanık’ diye. Bunu hep düşünmüşümdür. İçine kapanık olmak; kendi ile baş başa olmak, kendini çok sevmek mi? Asosyallik mi? Yoksa utangaçlık mı? Ya da güvensizlik duygusu mudur? Bu kişiden kişiye değişir sanırım. Her insanın duygu dünyası farklı. Yaşanmışlıkları farklı. İçine kapanıklık bence sığ bir kalıp. Zira her duygu herkesle paylaşılmaz. O yüzden insanları içine kapanık diye etiketlemeden önce iki kere düşünmeli.
Bir kaplumbağa gibi tehlike anında kafamızı sokabileceğimiz yerdir içimiz ve bir kaplumbağa gibi sakin ama emin adımlarla ilerlediğimiz. Bu yüzden insan içini pırıl pırıl tutmalı. Ruhuna iyi gelenlerle doldurmalı. Çokça okumalı mesela ya da sevdiği her ne ise ona mutlaka vakit ayırmalı. Yoksa dışarıda bitmek bilmeyen negatif enerjilerle başa çıkamaz. İnsanın dinlendiği yer önce kendisi olmalı.