Sıcaklık değerlerinin aniden düşmesi, ardından gökyüzündeki bulutların kızarmaya başlaması derken kar yağışının başlaması uzun sürmemişti. Üstelik giderek yoğunlaşıyordu kar yağışı. Hazırlıksız olan araçlar yollarda zikzak çizmeye başlamışlardı. Herkes büyük bir mutlulukla sokağa çıkarken o ellerini montunun cebine koyup, evine gidebilme telaşındaydı.
Kalın kaşlarına, genç yaşına rağmen alın ve göz çevresinde oluşan derin çizgiler yığınına, çok küçük yaşlardan beri sahip olduğu burnundaki yarasına, beyazların olduğu gür, sert kirli sakallarına kısacası kederli çehresine değen kar tanelerini hissetmesiyle bir anda “Kar yağarken bile kirlenir benim yüzüm.” diye bir cümle çıkıvermişti ağzından. Neydi onu bu cümleyi kurmaya iten? Kimsesizliği mi? Geçmişinden tiksinti duyması mı? Yoksa kendine bu kadar yabancılaşıp, hayattan kendini soyutlaması mıydı?
Kurduğu bu cümle, içinde bulunduğu melankolik halin dışa vurumu olduğu için zihninde tekrarlayarak söylemeye başlamıştı. Bir anda hayatının şu ana kadar olan otuz dört baskısı film şeridi gibi gözlerinin önünde canlanmaya başlamıştı. Çocukluğuna denk gelen birkaç çekirdek anı dışında kayda değer mutluluğa rastlamamıştı. Çocukluğunu bir tarafa bırakırsak, delikanlılık çağlarından beri en son ne zaman gerçekten sevinmişti? En son ne zaman gülüşleri sahiciydi? Maalesef anımsayamadı. Bu düşünceler ve sorularla birlikte nihayet evine varmıştı.
Kurmuş olduğu bu cümle sayesinde; suni mutluluklara devam mı edecek? Yoksa bunca yıldır yaşadıklarını bir tarafa bırakıp, çok klişe olacak ama kendine temiz bir sayfa mı açacaktı? Bunu kurulan o cümleye yüklediği anlam belirleyecekti.