Kar eşliğinde bir gün doğumu, nasıl da özlemiştik, kavuşturana sonsuz şükürler olsun. İnsan bazen kolay ulaşabildiği ve alıştığı sayısız nimeti sıradan bir doğa olayı haline getirebiliyor. Ne zaman ki sokaklar, caddeler, dağlar, ovalar, denizler kurumaya yüz tuttu, gökyüzü öksüz kalmış gibi kar tanelerini yeryüzüne bırakmaz oldu, işte o vakit bizlerde bir endişe tekamül etti. İnsanız yahu, alıştığımızın dışında olaylarla karşılaştığımızda ne yapacağımızı bilemiyor, telaş içinde serzenişe başlıyor, ardından vahlar ve eyvahlar sokağında konaklıyoruz. Bu hal bir süre böyle devam ediyor, ta ki nimeti bahşeden Rabbimizin merhametiyle yeniden sarsılıyor ve sonsuz şükür eşliğinde kendimize geliyor, acziyetimizin farkına varıyoruz, bir kez daha. Bu ilk değildi, son olmadığı gibi…
Neden insan hep zorda kaldığında duaya daha çok ihtiyaç duyar, ve istediği şey olduğunda neden Rabbinden uzaklaşır, bu bir gevşeklik mi ya da aymazlık mı. Mesela her sabah sağlıklı bir şekilde uyandığımızda niçin Rabbimize teşekkür etme ihtiyacı hissetmiyoruz, illa dua etmek için başımıza türlü türlü musibetler mi gelmeli. Onu anmak için illa hatırlamak mı gerekiyor, varlığını biran dahi unutmamamız gerekirken. Acze denk unutkanlığımızla birlikte, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, sevgi ya da nefret, kibir ya da alçak gönüllülük arasında gidip gelen bir varlığız. Günün sonunda yanımıza kâr kalacak olan ise tercihler ve seçimlerimizdir. Bizi biz yapan seçimler…
Kimin nasıl göründüğünden ziyade, nasıl davrandığıdır kâr…
Tıpkı gökyüzünden düşen kar gibi pak ve nimettir hayat, ölçülü olabilene. Bir kez teraziyi şaşırdığında bolluğun içinde bile kıtlığı yaşar, yağmurun altında ise kuraktır, çöl gibi yeşile hasret ve gölgeliğe susar insan…