Bazı anlar hatırlanmak istenmese de kalır hafızalarda. İşte öyle zamanlardandı. Hava da yüreği de kurşun gibi ağırdı. Eve doğru uzanan eğimli bu yolda neşeyle yürürdü çoğu zaman. Bir kuş tüyü gibi hafif hissederdi kendini. Mutluyken kendi ağırlığını bile hissetmez insan. Aynı şekilde zamanı da… Zaman, bir anlık kalp çarpıntısı kadardır o anlarda.. Bir kuşun kanatlanıp uçması gibi kısadır. Ah zaman nasıl da engel olunamaz ve asla yönetilemez bir şey… Belki de zamana ve zamanın getirdiklerine hükmedememek insanın en büyük çaresizliğiydi. Eve doğru çıkarken böyle bir çaresizliğin eşiğindeydi. Küçüldüğü için abisinden sonra ona uygun görülen ceket sırılsıklam olmuştu. Bu ağırlığı çok sonra fark edebildi. Yanında birileri olsaydı iç sesi bu kadar ele geçiremezdi onu. Sadece o vardı ve ceketinde yoğun bir şekilde hissettiği abisinin kokusu. Tek tesellisi. Bu koku bu kötü gününde bir nebze de olsa iyi hissettirdi ona. Kor gibi yanan yüreğine su serpti. Abisinin yüzü zihninde beliriverdi.
– “Aferin Ali hiç üzmedin babamı,ben gurbet ele okumaya gittiğimde hep sağ kolu oluverdin. Üzme kendini, sağken kıymet bildiyse insan kaybedince üzüntü mü duyar hiç? Ölüm bu kaçınılmaz son ya hani.” İnsanın kendisini sanki karşısında biri varmış gibi teselli etmeye çalışması ne acı. Babasının sabah ezanından sonra minareden okunan selâsı kulağında yankılanıyordu. Daha geçenlerde bu yokuşu çıkarken neşeli bir kahkahayla ensesine öylece patlatıvermişti.
-“Ah Ali ! Ne de çabuk büyüdün, koca adam oldun? Sana da yaparız elimizden geldiğince bir ev” demişti.”
Elleriyle oğlunun yuvasını inşa etmeyi planlamıştı. Babasına nasip demişti Ali. Sanki gizliden bir bildiği varmış gibi. Birbirlerine bakakaldılar öylece. Sonrası derin bir sessizlik… Şimdi de hissettikleri derin bir sessizliğe karışmaktaydı. Sessizliğin içine karışan ve hayatı boyunca yerini dolduramayacak olan eksiklikleriyle tanıştığı ilk saatler… Hayat eksikleriyle de devam ederdi, edecekti. Bunu zamanla daha iyi anlayacaktı. Saatlerce yürüdüğü sokaklarda yorgun düştüğünü anladı. Eve dönmeliydi artık. Apar topar ebedi yerine yerleştirilen babası gözünün önünden gitmiyordu. Beyaz örtünün arasından sıyrılmış, dünyadan bütün nasibini almış, o çatlak, kuru, yorgun eller nasıl da savunmasızdı şimdi. Kim bilir o eller nice hayat mücadelesine tanık olmuştu. Annesi babasının başından bir an dahi ayrılmamıştı. Fakirlikten bile solmayan annesinin yüzünü ölüm soldurmuştu. Kendisi dışında gelişen bir şey yapamadığı bu çaresizlik onu kahrediyordu.
İnanmak ve alışmak… İnsana verilen en büyük nimetlerdendi. Zaman içerisinde insan kabullenerek ve alışarak başını tekrar göğe kaldırıp onu hayata bağlayan nefesini doyasıya içine çekebilirdi. Kor gibi yanan yüreğinin ateşini hayatın ona sunduğu küçücük bir teselliyle söndürebilirdi. Bir kişinin ölmesiyle sadece o gitmezdi hayattan. Bir baba ölmezdi elbet. Evdeki herkesi sarıp sarmalayan sevgisi,bizleri yaşama devam ettiren gücü, merhameti, sabrı, umutları ve asla başka hiç kimsede bulamayacağımız güveni de veda etmez miydi bize? Biliyordu, diğer günleri o günün tesellisinden doğacak ve onun hayata tutunmasını sağlayacaktı. Evin girişinde en az üç kış geçirmişe siyah rengini terk etmek üzere olan ayakkabılarla göz göze geldi. İnsan yaşayamadıktan, kullanamadıktan sonra her nesne öyle işlevsiz ve anlamsız ki… İnsan kullanarak ve var olarak anlam katıyordu her şeye. Genzi yakan bir helva kokusu evi ele geçirmişti.Sene başlarında annesinin babasının ısrarıyla yaptığı helva şimdi babaları olmadan yenilecekti.. Ev yanarak küle dönmüş bir viraneyi andırıyordu gözünde. Annesinin çeyizinden kalma renkli perdeleri griye boyanmıştı. Sevdiğiniz biri öldüğünde renkler kaybolurmuş meğer. O boylu boyunca uzanan derya insanın gözünde çok sonraları göz alıcı bir maviliğe dönüverirmiş. Bunu içten içe hissediyordu Ali. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Her gün bu evin kapısından umut dolu çıkardı. Bugünse umudun yanı sıra devasa bir güce ihtiyaç duyuyordu.
Anlıyordu. Artık dışarıdan getireceği hiçbir şey evde ve özellikle içinde oluşan boşluğu doldurmaya yetemeyecekti. Eksik, yarım kalmış ama her şeye rağmen umutlu bir hayat bekliyordu onu.