Karahindiba

Abdulhadi Yazıcı 298 Görüntüleme Yorum ekle
12 Dak. Okuma

O gün kalbim yerinden çıkacakmış gibi heyecanlıydım. Fakat yine de yolunda gitmeyen birçok şey vardı. Artık insanların birçoğunun bana karşı takındığı tavır oldukça yapay geliyordu. Hani bazen ağlamak isteyip ağlamamak gibi sahte davranıyorlar. Kulağımda sesini sonuna kadar açtığım bir müzikle ruhumun derin dehlizlerinde kaybolan sarhoş bir seyyah gibi hissediyorum yüzlerine bakınca. Yerlerde kimi acımasızca ezilmiş birkaç teneke içecek ve asla kopamadığım bir yalnızlık türküsü. Ölmeyi ne sık diledim bu sabah, hiç bitmeyecekmiş gibi art arda yaktığım onlarca sigara sönüp gitti ardımdan. Usulca mahallemdeki sokağı ardı sıra izledim, yerde biten ve gökyüzünde uçuşan karahindiba bitkilerini seyre daldım. Her şey yaşayamadığım çocukluğumu hatırlatıyordu bana. O an sanki hiç bitmeyecekmiş ve ben asla yalnızlığımdan kurtulmayacakmışım gibi. Sonra hızlıca yürümek istedim zamana inat, yalnızlığıma inat. Ancak birden gök gürlemesi eşlik etti korkuma; hiç susmayacak sandım. Annemin kanatlarının altına sığınmak isterdim korkumun en derin anında. Ardından gökyüzüne bakarken içimden bir şeyler koptu inen damlaların ardından. Her gün, her saat yağan yağmura alışkındı bu şehrin yoksul insanları. Kimi zenginler vardı bir de, eline telefonu alıp sıcak peteklere yaslanarak keyif kahvesi içen; ancak yoksullar öyle mi, ana baba yaşlarına bakmadan çocuklarını ısıtmak için kapı kapı battaniye arıyorlardı zenginlerin lütfuna sığınarak. Artık insanlığın like ve şöhret peşinde koştuğu bu çağda hangi like sığdırabilirdi ki yoksul insanları bağrına. Ben de bu insanlar da kurtulmak ve kaçmak için her yolu denemek isterdim ancak o cesareti hiçbir zaman bulamadım. Koşar adım sokağın çamurlu ve yıkık kaldırım taşlarını çiğneyerek caddeye vardım. Şimdi birkaç dakika otobüs bekleyip ardından tıngırdayarak ses çıkaran makinelerin uğultuları ardında iş yerine varmalıydım. Zaman bir hiç değerindeydi çünkü herkes birkaç kağıt parçası için benim gibi koşturup duruyordu. Sonunda yağmurun gazabından kurtulmak için durağa sığınmış ve otobüsün gelmesini bekliyordum. Ancak bu birkaç dakikada insanların yüzüne bakmak alışkanlık haline gelmişti. Tam cebimdeki kulaklığı çıkarıp biraz bir şeyler dinlemek isteyecekken, iki çiftin kavga ettiklerine şahitlik ettim. Galiba uzun yıllardan beri birliktelerdi. Biri elindeki yüzüğü diğerine tutarak öfke dolu küfürler savurarak gösteriyordu. Çaresiz bir durumda olduğu anlaşılan adam karısını durdurmaya çalışsa da nafileydi. Sanki kıyamet o gün ikisi için kopacaktı. Kulaklığı takmadan cebime yerleştirerek yanlarına yaklaşıp ayırmaya gittim. O sırada adam benim geldiğimi görünce sessiz olması gerektiğini eşine anlatmaya çalışsa da o, sesini daha çok yükselterek:

– Öküz herif! Berkay’ın karısına aldığı yüzüğü Özge paylaşmış. Bir de benimkine bak! Annem hep derdi “beş parasız bu kılıbık kılıklı herifle evlenme” diye. Temmuz ayında bu şehrin dağlarına bile kar yağdı, evrim geçirdi; sana bakıyorum, koca bir hiç. Ah aptal kafam, senin gibi bir herife aylarımı değil, yıllarımı verdim.

– Bak insanlar bize bakıyor, istersen bütün bunları evde konuşalım.

– Laf insanlar mıymış, bana ne be onlardan. Onlar senin gibi çulsuzla mı evlenmek istiyor? Ben istiyorum hem sesini kesip itaat etmeni hem de benden özür dilemeni. Anladınız mı Ahmet Bey?

– Tamam Doğa, anlıyorum seni ancak burası ne yeri ne zamanı. Hem maddiyatın ne önemi…

Tam cümlesini tamamlayacakken yeniden sözünü kesen kadın bu defa daha büyük bir öfkeyle:

– Ben bu yüzüğü Instagram hikayesi olarak bile atmam, el aleme rezil olacak kadar düşük like kafalı bir kadın mıyım ben?

O sırada daha fazla dayanamadım ve aralarına dalarak:

– Lütfen olay nedir, belki bir faydam dokunacaksa elimden geleni yapmaya hazırım.

Kadın uzunca bir kahkaha attı ve öfke dolu sözlerle:

– Bu çöpçü giyimiyle bize yardımı dokunacakmış, güleyim bari. Sen hangi dünyada yaşıyon be kardeşim?

– Lütfen daha fazla bizi rezil etme de bari gidip yakınlardaki bir parkta bu konuyu istişare edelim, ha ne dersin hayatım?

Kadın bu defa daha çok hiddetlenerek elindeki yüzüğü yere fırlatıp ağlayarak koşar adım oğlanın yanından söylenerek uzaklaştı. Ağlama sesi tüm durağı inletmiş olacak ki, kulaklığıyla dans ritmini tutturmaya çalışan genç dahi neye uğradığını şaşırdı. Herkes adamı teselli etmeye çalışadursun, ben artık kenara çekilip gelen otobüsleri kollamaya başladım. Tam her şeyden umudumu kesmişken, otobüsün hırıltılı motor sesinden geldiğini anladım. Saatim 12’ye geliyordu; iş yerine varmam için son yarım saatim kalmıştı. Otobüs her zamanki gibi tıklım tıkış yolcularıyla, bakımsız görünüşüyle kendini belli ediyordu. Hava yağmurlu olduğundan altyapı yetersizliğini yollarda gösteriyor; tüm arabalar yollarda kalıyor veya arıza veriyordu. Durağın yarısı, otobüsün geldiğini görünce otobüse hücum eder gibi kuyruğa girdi. Ben de artık çaresiz işe yetişme telaşıyla otobüstekilerin önüne geçmeye çalışarak güç bela bindim. Toplu taşıma araçlarında bazı etik kuralların geçerliliğini yitirdiğini artık hatırlatma gereği duymuyorum çünkü bir meydan muharebesi gibi herkes bir yere yetişme telaşında. Sonunda birkaç durak öksürük, kart uzatma, boşlukları doldurma anonsuyla geçtikten sonra ineceğim durağa varmıştım. Otobüsten indikten sonra işe yetişmem için 10 dakikamın kaldığını görünce, yakınlardaki bir parka gidip sigara içerim diye düşündüm. Parka varmak için karşı yola geçtim. O sırada telefonum çalıyordu ancak aldırış etmeden yolu yürümeye devam ettim. Yağmur iyice dinmişti; zira artık küçük damlalar iyice küçülüp yok olmuş, çocuklar dışarı çıkmaya başlamıştı. Bisiklet sürüp körebe oynayan çocuk nesilleri azalmış olsa da tamamen bitmemişti. Çünkü bu mahallede nispeten bizim mahalleye göre zengin gibi görünse de içten içe fakirliklerini belli etmemek için kredi çekme çılgınlığını benimsiyorlardı. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu çünkü insanlar zamanın kıymetini bilmemek için her türlü yalana sığınıyorlardı. Meyve satan esnafın el arabalarını geçtikten sonra az ilerdeki caminin oradaki parka sonunda varmıştım. Parktaki ağaçların büyük ve görkemli oluşu her insanın gözünü kamaştıracak cinstendi. Ağaçları geçtikten sonra boş bir banka oturdum. Bankta bir süre bugün iş yerinde nelerle karşılaşacağımı düşündüm. Ancak bütün bunları düşünmenin bir anlamının olmayacağını 12 dakika geçtikten sonra anladım. Hemen son kalan vaktimi de içeceğim sigarayla tüketmek için cebimdeki sigarayı çıkardım. O sırada beni arayan kişinin kim olduğunu oldukça merak etmiştim. Ancak yine iş yerinden birilerinin olabileceğini düşünerek telefonu cebime koydum. Sigaramın ilk dumanını içime üflediğim anda merakıma yenik düşerek telefonumu çıkardım. Telefon ekranını açtığım zaman arayan kişinin iş arkadaşlarımdan birinin olduğunu gördüm. Hemen aramak isterken yeni gelen bir bildirimin ekrana düştüğünü fark ettim. Gelen bildirim mağaza müdüründendi. Artık benimle çalışmak istemediğini, önemli bir iş olduğunda telefonu neden açmadığımı ve benim sunacağım tüm gerekçeleri kabul etmediğini yazan mesajı okuduğumda alnımdan sicim sicim ter akıyordu. Demek sonunda bu işten de atılmıştım. Artık yapacak bir şeyim kalmamıştı çünkü çizmeyi aşan o kişi ben olmuştum. Derin düşüncelere dalarken artık bugün işe gitmenin anlamsız olacağını ve gerekçe sunmanın da yetersiz kalacağını iyice anladım. Şimdi sigaramı da bitirip bir an önce yeni bir iş aramalıyım. Sigaram bitince iş yerindeki arkadaşlarla vedalaşmam gerektiğini, onlarla uzun yıllar boyunca birlikte çalıştığımı aklıma geldi. Eğer onlarla vedalaşmazsam büyük bir haksızlık yapacağımı düşündüm. Hemen kararımı yerine getirmek için iş yerine doğru yürümeye başladım. Yolda yürürken nişanlısıyla kavga eden o kadını gördüm, o kadın da benimle birlikte iş yerine doğru gidiyordu. İlk başta bu işe anlam veremedim ancak bu işin sırrı zamanla çözülecekti. İş yerinin tam önüne geldiğim esnada o kadın da benimle birlikte içeri girdi. Yine anlam veremesem de zamanın her şeyin ilacı olduğu aklıma geldi. Mağazanın vitrinlerini geçtikten sonra arkadaşlarımı bulmaya çalışırken birden yönetim ofisinde o kadınla müdürün birlikte oturup samimi bir şekilde sohbet ettiklerini gördüm. O an işimden kovulduğumu ve müdürümün evli olduğunu aklıma getirdim. Tüm bunlardan kurtulmanın ilacı ayağıma kadar gelmişti. Bu fırsatı geri tepmemeliydim. Hemen müdürün odasına yaklaşarak kapıyı tıklatmadan içeri girdim. Öyle uzun bir sohbete dalmışlardı ki benim gelişimi fark etmediler, ben de o sırada elimdeki telefonla fotoğraflarını çektim. Öfke dolu bir sesle onlara doğru:

– Kolay gelsin müdürüm, hayırlı işleriniz olsun. Hayırdır böyle?

Ortama büyük bir sessizlik hakim olmuştu. Kadın ve müdür bana doğru anlamsız bakışlar yönelterek bir suçlu gibi birbirlerine baktılar. Daha sonra sessizliği kadın bölerek:

– Biliyordum, burada görüşmeyelim diye sana kaç defa söyledim. Daha bugün nişanlım anlayacak diye ödüm kopuyordu. Peki ya senin karın anlarsa ne yapacağız?

– Kes sesini, aramızda öyle bir şey yok. Hem elin adamının yanında beni küçük düşürmeye hakkın yok. Şimdi çabuk pılını pırtını topla, defol git bu odadan.

– Emriniz olur müdür bey. Ben senin personelin değilim, bana bu şekilde emir veremezsin. Hem ayrıca karın öğrensin de bak bakalım neler oluyor.

Ben bir süre onları izledim ancak bunların kavgaları bitecek gibi değildi. Fırsatım varken hemen pazarlığa giriştim. Tam o sırada büyük bir özgüven patlaması yaşıyordum, heyecanla sesimin de şahinleştiğini fark ettim. Kararlı bir ses tonuyla:

– Ne halt ettiğiniz artık umurumda bile değil. Ben yalnızca işimi geri istiyorum.

– Demek tehdit ettiğini zannediyorsun. Sırf böyle davrandığın için işini geri falan vermeyeceğim. Hatta senin yerine bu kadını işe alacağım ki ömür boyu bana köle olsun.

– Demek öyle ha, bu pisliğin üzerini kapatmadan bir de üzerine bu kadını işe alacaksınız. Pekala, bunu eşiniz de duysun. İstiyorsanız ben de onun yanına gidiyorum.

Kararlı adımlarla ofisten çıkıp kapıya doğru yönelecekken birden nefesimi kesen bir acı hissettim. 5-10 saniye acının yavaşladığına kendimi kaptırsam da daha sonra acı tüm bedenimi sarmıştı. Artık zihin dünyamın bulanıklaştığını, vücudumun sıcak kanlarla dolduğunu ve yavaşça ruhumun bedenimden ayrıştığını hissettim.

Şimdi ise yeni bir dünyanın kapısı ruhum için aralanmış, bedenim ise artık tamamen yok olmuştu. Yediğim bıçak darbesi beni hayattan koparmış olsa da arkamda sevdiğim kimse kalmadığından bu dünyadan kurtulmuştum. Artık sevdiklerimin yanına varmış, sonsuz bir gökyüzü dileğim kabul olmuştu. Ruhumun üzerinde gökyüzüyle buluşan karahindiba bitkileri portakal ağaçlarının üzerine konmuş, çocuklar ise portakalları dalından koparırken bir yandan da nefeslerinin son gücüyle karahindiba bitkilerini dilek dileyerek gökyüzüne doğru uçurmuşlardı. Ve artık bu dünyadan alacağım hiçbir şey kalmamıştı, bedenim ve kaybettiğim annem dışında.

Not: 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlar, bu ülke için canını ortaya koyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını ayrıca bu uğurda geçmişten bugüne hayatını kaybeden tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version