Derin bir “off” çekiyorum bazen…
Suskunluğun ağır yüküyle. Bazen susmamız gerekiyor, bazen de susturuluyoruz. Ne kadar kelâm varsa, birer birer darağacına yollanıyor ve ne yazık ki doğru bildiklerimiz, menfaatlerin ince terazisinde yanlış ilan ediliyor. İşte tam da burada, karaya (ak) deniliyor. Oysa bazı doğrular vardır ki zamana, kişiye, duruma göre değişmez; saygı gibi. Değişmediği için değerlidir, eğilmediği için sağlamdır.
Ve bazı yanlışlar vardır ki kendini haklı çıkarabilmek için doğruları feda eder, saygısızlık gibi… İçten içe çürütür ama dışarıdan haklı görünmeye çalışır. Bizi yanıltan sadece insanların söyledikleri değil, sustukları da oluyor bazen. Söylenmeyen her kelime, yanlışın hanesine yazılıyor. Ve sonra, gün geliyor, doğrular suçlu, yanlışlar masum… Karanlık, aydınlık gibi gösteriliyor.
Ama bilirim ki her susuş kabullenmek değildir. Bazı sessizlikler, bir çığlığın en gür hâlidir. Ve bazı beyazlar, ne kadar cilalanırsa cilalansın, gerçekte kapkara bir lekedir. Zamanın terazisi elbet dengeyi bulur. Ama o vakte dek, doğruyu bozmadan, yanlışa selam durmadan yürümek gerek.
Doğruları Yanlışlara Kurban Etmeyin
Neden bunca doğru, yanlışlar uğruna gözden çıkarılıyor?
Bir çıkar uğruna, bir rütbe, bir alkış, bir menfaat uğruna… Doğrular eğiliyor, bükülüyor, sonunda kurban ediliyor. Oysa doğru, ne kadar suskun kalırsa kalsın, hiçbir zaman yanlış kadar gürültücü olamadı. Çünkü doğru kendini ispatla uğraşmaz. O zaten hakikatin sessiz şahitliğidir.
Ama yanlış öyle mi? Yanlış haklı görünmek ister, sesini yükseltir, çoğunluğu yanına çeker, bazen bir mağdur edasıyla sahneye çıkar. Ve işte orada başlar kırılma… Doğru, yalnız bırakılır.
Ne çok şahit olduk; kim bilir, bir dostun doğruluğu bir topluluğun yanlışına kurban verildi. Bir öğretmenin hakkaniyeti, bir öğrencinin kayrılmasına. Bir işçinin alın teri, bir yöneticinin ilgisizliğine. Ve en acısı, bir yüreğin temizliği, bir başka yüreğin kurnazlığına.
Oysa hakikat, kısa vadede sessizdir ama uzun vadede dağ gibi durur. Zamanla yanlışlar dökülür, maskeler düşer, sahteler silinir. Ama doğru hep olduğu yerdedir. Ve bekler… Onu görecek bir göz, hissedecek bir yürek arar.
Ne olur, doğruları yanlışlara kurban etmeyin. Her doğrunun arkasında bir emek, bir sabır, bir inanç vardır. Her doğruyu korumak, sadece adaleti değil, insanlığı da ayakta tutar.
Unutmayın, bir gün hepimiz kendi vicdanımızda yargılanacağız. O gün, kalbimizin terazisinde ne ağır basacak? Doğrular mı, yoksa eğip büktüğümüz susturulmuş hakikatler mi?
Yamalı bir heybe yükü taşımak yerine, içi doğrulukla işlenmiş dolu bir heybenin yükünü taşımak her daim daha hafiftir.
Yanlışlar Hakikatin Gölgesinde Yaşar
Yanlışların ömrü, bir gerçeğin gölgesi kadardır. Güneş doğduğunda, gölgeler nasıl yok olursa, hakikat parladığında da yanlışlar yerle bir olur.
Ama yanlış, kendini hep saklamaya çalışır. Bazen kılıfına bürünür, bazen iyi niyet maskesi takar. En çok da hakikatin yanına sokularak kendine güvenli bir alan inşa eder. Çünkü bilir, gerçekten çok uzak durursa yüzündeki örtü düşer.
Bu yüzden en büyük yanlışlar, hakikate en yakın görünenlerdir. Sözleri doğrudur belki ama niyetleri pusludur. Görünüşte adildir ama terazisi oynaktır. Ve insanlar çoğu zaman sadece görünenle yetinir, derinine inmez. Bu da yanlışa can suyu olur. Lakin hakikat sabırlıdır. Gürlemeden akar, bağırmadan ilerler. Zaman onun en büyük şahididir. Bir gün, bir yerde, en olmadık anda çıkar ortaya ve o an, yanlışın bütün süsü dökülür.
Asıl mesele, yanlışın gölgesinde yaşarken hakikatten vazgeçmemektir. Gölge serin gelir belki ama soğuktur, ışıksızdır. Oysa hakikat yaksa da ısıtır, yolumuzu buldurur, bizi kendimize yaklaştırır.
Unutmayın..! Gölge, sadece ışık varsa vardır. Yanlış, ancak doğru varsa yanlış olur. Ve her yanlış, bir gün kendi gölgesinde boğulur.
Hakikati yitirme pahasına susmayın. Zira hakikati yitiren, sadece bir gerçeği değil, kendini kaybeder. Konu ne olursa olsun, yüreğiniz hep hakikate dönük, gölgeden azade olsun.
Sessizlik Her Zaman Huzur Değildir
Sessizlik çoğu zaman huzurla anılır. Bir fırtınanın dinmiş hâli, kalabalıktan uzak bir köşe, iç sesle baş başa kalınan zaman… Evet, bazen sessizlik bir nimettir. Peki her sessizlik huzur mudur?
Bazı sessizlikler, kırılmışlığın, bastırılmışlığın, susturulmuşluğun adıdır. Bir yanlışa ses çıkaramamak, bir haksızlığı sineye çekmek, bir doğrunun arkasında duramamak… Bu da bir sessizliktir, ama içinde huzur değil, hicap taşır. İnsanın içi bazen konuşmak ister. Doğruyu söylemek, hakkı savunmak, haksızı uyarmak gibi… Ama o an susulur çünkü “karışma”, “senin başına iş açılır”, “sessiz kal, geçer” denir. Ve o sessizlik çoğalır, insanın içine siner, sonunda kendi vicdanında yankılanır.
Huzur, sessizliğin içinde değil; doğru yerde, doğru zamanda, doğru sözle durabilmektedir. Hakkı söylemekten vazgeçtiğimiz her an, içimizde bir parça eksilir. Zira gerçek huzur, hakikati savunmaktan geçer.
O yüzden, sessizliğinizi iyi dinleyin: İçinizdeki huzur mu, yoksa susturulmuş bir doğru mu konuşuyor?
Bazen bir kelime, bin suskunluktan daha çok iz bırakır. Bazen de susmamak, en büyük huzurdur.
Yolunuz, sesiyle bile incitmeyen bir hakikatin izinde; kalbiniz, sussa bile doğruya teslim bir gönül ile gül kokusunda olsun…
Kıymetli Yazar/Şair Amine hocam teşekkürler fevkalade olmuş yüreğinize sağlık