Bazen öyle bir darlanırsın ki ruhunun derinliklerinde küçücük bir esinti ararsın. Bakar ama göremez, görür fakat hissedemez olmak ne kadar da elzem bir durum değil mi? Dünya aynı hızla dönmeye devam ediyor. Hiç mola vermemesine oldukça şaşkın şaşkın bakıp görememek de ayrı bir muama! Yorulmuyor musun desem umurunda olmaz! Dön dünya dön. Biraz da benim etrafımda dön. Sen de kimsin ki dese oracıkta bayılırım.
Güneş portakal renginde yine. Gökyüzü olabildiğince maviş. Bulutlar ise kozasından yeni çıkmış pamuk kadar beyaz. Az ileride bekleyen serçe hafiften esen meltemin kendine bile faydası yok diye düşünmeye başlamakta. Kaplumbağa sürekli tavşanı yenmenin gurunu hala üzerinden atmak ve atamamak arasında arasatta kalmış gibi. Gölün durgun suyunun bazen tokatladığı kumsalda yeşeren türlü yeşilliklere gözü dikmiş gibi gözükmesi belki de benim bakış açımdan kaynaklı bir durum. Ben mi? Ben bu işin nersindeyim diye kendime sordum sual karşında şöyle fısıldama ihtiyacı hissediyorum. Olağan halinden biraz daha şişmiş göz torbalarımda tebessüm oluşturmaya çalışarak kısa ama kendinden emin adımlar atarak yıllara meydan okuyan kaldırım taşlarının ayakkabılarıma sıcak buse konduruşundaki lezzeti sorma gitsin!
Çimler üzerine kurulan sulama sistemi serinlik yayarken, karıncalar fırtına çıktı zannediyor ya o an ben de binlerce kelime yığını peydah oluyor. Bu da ne ki demeyin! Karıncanın günlerce uğraşıp devasa bir dağ yaptığını zannettiği, ıslanınca da dağılıp hayal kırıklığına sebep olması tam da ders niteliğinde bir gün anekdotuydu.
Bazen en keyifli anında dünyanın el frenini öyle bir çekmek istersin ya şu an benim durumumda olan kaç kişi var diye düşünme ihtiyacı hissetmem nedendi bilmiyorum. Baktım olmuyor az ileriden bana doğru Avrupai bir eda ile adımlayan, sırt çantasının ağırlığından hafif kamburlaşmış adam dikkatimi çekse de yanında yürümek için büyük emek sarf eden tonton kadının omzundan salınan fotoğraf makinesini dünyanın freni olarak görmek tam da benlik bir durum diye iç sesimi dinliyorum. Haydi deklanşöre bas ve çek dünyanın freni bir saniyelik de olsa demek için neler vermezdim ki! Diyemiyorum. Kendimi tarzanca konuşarak rezil etmektense gözlerimi kapatıp o anı belleğime kazımaktan başka çarem olmadığını anlamak öyle acı veriyor ki anlatması günlerimi, yazması yıllarımı alır kanaati hasıl oluyor. İşte şimdi kendi kendimin bamteline dokunup kayışı koparıyorum. Az önce ruhumun derinliklerinde aradığım o küçük esinti dayanılması zor bir çöl sıcağı ile kıyasıya çarpışıyor.
Çay harareti söndürür dediler. Oysa ben sadece azıcık bir esintiye fittim! En güzeli bir bardak çay ile kendimi ödüllendirmek diye düşünürken göl bana bakarak tebessüm ediyordu. Asıl serinlik benden geçiyor derken güçlü duruşunun altındaki yılgınlığı gizleyemiyordu. Şu kavanoz dipli dünyada herkesin az da olsa bir sıkıntılı durumu vardı ve gölün derdi benim derdimi milyonlara katlardı. Nereden geldim bu konuya demeyin! Yudumlanan her bardak çayda gölün katkısı var ve dönmek üzere gidişi esinti değil, kızgınlık ve üzüntü vermeye devam edecek gibi gözüküyor. Neyse, fazla laf aşık usandırır! Manzaraya doymak için kaşık gereksizdi. Aşık olmak yeterliydi. Es rüzgar es deyip kendim dahil herkese esenlikler dilesem mi ki? Bilemedim!