Dünya üzerinde var olan her devletin, her ülkenin bir kültürü vardır. Hatta daha küçültürsek her insanın bir kültürü, bir geçmişi vardır. Bu geçmiş, insanın veya ülkelerin, devletlerin kimlikleri ya da hafızalarıdır. Kimlikleri olmayan milletler kaybolmaya yüz tutarlar.
Türkler, dünya üstünde kadim milletlerdendir. Çinliler, Ruslar ve Türkler kadim devletlerdendir. Dünyada aktif olarak tarihin gelişmesine, insanlık tarihine damga vurmuş, bu sayede diğer milletlerle kaynaşmış fakat kendi kimliğini, kendi benliğini kaybetmemiş ve özünü koruyabilmiş en eski ve ender bulunan milletlerden biridir.
Türk milletinin tarihi rivayetlere göre Hz. Nuh’un oğullarından Yafes ile başlar ve bugüne kadar gelir. Eski, yani kadim bir millet olan Türkler, binlerce yıllık tarihleriyle dünyaya nam salmış, adını yazmış, dünyaya insanlık nedir öğretmiş, bunu yaparken de kimliğini, kültürünü korumuş ve farklı milletleri kültürüyle etkilemiştir. Şu an içinde olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Türklerin kurmuş olduğu son devlet diyenler de vardır. Buna ek olarak Türk’ün tek devlet kurduğunu ve hanedanların değiştiğini, devletin tek olduğunu söyleyenler de vardır.
Velhasıl, yaşadığımız son zamanlarda ne yazık ki Türk milleti için pek iyi şeyler olduğu söylenemez. Hem sanat, hem edebiyat, hem mimari, hem eğitim, hem siyasi, hem de kültürel bakımdan çok feci bir şekilde gerileme yaşadığımız su götürmez bir hakikat. Dünyadaki milletleri etkilemiş bir milletin bu kadar alanda geriye düşmesi çok acıdır, bir olaydır. Kendi kimliğimizi unutmak, kim olduğumuzu bilmemek, ezilmişlik psikolojisine bürünmek, kültürümüze yabancı olmak ne yazık ki bizi biz yapan etmenleri kaybetmek demektir. Çağdaş olacağız diye Batı’nın her şeyini kopyala-yapıştır yapmak, ilerleyeceğiz zannedilerek kendimizi silmek ne yazık ki yanlış bir stratejidir. Tarihimizi 1923’ten başlatmak hele cahilliğin daniskasıdır.
Geçenlerde yeni yapılan tarihi bir filmin galasında bale yapılan sahneler ile ilgili bir sanatçımız (!) “kültürümüzü öğrenmemiz gerekir” diye bir açıklama yapmıştı. Geldiğimiz nokta çok acı, hakikaten. Bale, opera vesaire sanat dalı olabilir, seven vardır, sevmeyen vardır fakat tarihin hangi alanında Türk’ün kültüründe bale olmuş, ben bilmiyorum. Eğer kendinizi tanımazsanız, kimliğinizi bilmezseniz, ne yazık ki sanatçı diye geçinenler böyle konuşurlar, siz de inanırsınız. Bale bir sanat dalıdır, evet, lakin bizim kültürümüzde asla yoktur. Böyle konuşanlar ne yazık ki Türk’ün tarihini 1923’ten başlatırlar. Onlara göre yüz yıllık devletiz, gerisi yok.
Bir millete yapılabilecek en kötü şey onu geçmişiyle koparmaktır. Geçmişi eleştirebilirsiniz, bazı şeyleri beğenmeyebilirsiniz, eksik olan şeyler olabilir sizin düşüncenize göre, lakin kültürünüzü silerseniz her şeyiniz gider. Şu an ne yazık ki Türk devletinin sanat, mimari, eğitim ya da siyasi hiçbir kültürü kalmamıştır. En basit tarifle tarihi bir esere baktığınız zaman, bilen için söylüyorum, o eserin Karahanlılara ait olduğunu ya da başka bir esere baktığınızda onun Selçuklu yapısı olduğunu ya da bir mimari eseri incelerken onun Osmanlı mimari yapısı olduğunu çok rahat söyleyebilirsiniz. Peki, Osmanlı’dan sonra bir esere baktığınızda “Bu Cumhuriyet eseri” diyebileceğiniz, diyebileceğimiz hangi eser var, hangi mimari sanat var ve neredeler?
Şu an her yer betona gömülürken evet, bütün alanlarda kimliğimizi kaybettik. Çok eski zamanlardan kalmış birkaç eser kaldı vatanımızda, onlar da inşallah yok olmaz. O kadar çok eser varken kırıntılar kaldı desek yanlış söylemiş olmayız.
Duam odur ki inşallah kendimize geliriz, toparlanırız, tekrar kimliğimizi buluruz, kim olduğumuzun farkında oluruz, yeniden o şaşalı günlerimize döneriz. Bunun için öze dönüş şart…
Vesselam…