Bazen her şeyden kaçıp sessiz bir köşeye çekilmek isteriz. Gürültüden, sorumluluklardan, sürekli yetişmemiz gereken yerlerden… Ama asıl mesele, kendimizden kaçamamak. Çünkü nereye gidersek gidelim, zihnimiz bizimle gelir.
Bunu fark ettiğimde, aslında en büyük karmaşanın dış dünyada değil, kendi içimde olduğunu anladım. Zihnimde dönüp duran düşünceler, bitmek bilmeyen “ya şöyle olursa” senaryoları, geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin belirsizliği… Oysa belki de en büyük özgürlük, hiçbir yere gitmeden sadece kendimizle barışmakta saklıydı.
Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum, hâlâ da tam olarak bildiğimi söyleyemem. Ama bir şey öğrendim: Kendine karşı acımasız olmak hiçbir şeyi çözmüyor. “Şunu yapmalıydım, bunu yapmamalıydım” demek yerine, bazen sadece durup derin bir nefes almak gerekiyor. Kendimizi anlamaya çalışmak, hissettiklerimizi yargılamadan kabul etmek… Çünkü içimizde bastırdığımız her duygu, er ya da geç bir şekilde su yüzüne çıkıyor. Kaçmaya çalıştığımız ne varsa, dönüp dolaşıp yine bizi buluyor.
Hayat çoğu zaman kontrol edemediğimiz şeylerle dolu. Ne yaparsak yapalım, bazı şeylerin önüne geçemeyiz. İnsanları değiştiremeyiz, zamanın akışını durduramayız, her şeyi mükemmel yapamayız. Ama belki de huzur, kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçtiğimizde bizi bulur.
Bazen sadece akışına bırakmak gerekir. Bütün cevaplara sahip olmadan da yaşamaya devam edebiliriz. Bütün yaralarımız iyileşmeden de yürüyebiliriz. Çünkü belki de kendimizle en iyi şekilde baş başa kalmanın yolu, eksiklerimizi de sevebilmektir.