Yaşam koşturmasındaki acelecilik bazen, mecbur kalınan, istemediğimiz durumlarda yaşamak zorunda olduğumuzu düşünüp, yaşanılan durumları kabul etmemiz, bizi zamanla ait olduğumuz benliği yavaş yavaş kaybetmeye itebiliyor. Birçoğumuz, bizi sürekli üzen, hayatımızı olumsuz etkileyen durumları “kaderimiz” deyip kabullenmiyor muyuz? Ya da kabullenmesek de, yeterince cesur davranmaya, düzenimizi değiştirmeye veya bizim dışımızda geçici olarak da olsa içine dahil olduğumuz durumları bir süreliğine misafir etmek zorunda kalıyoruz.
“Kadere boyun eğmek”… Ama neye boyun eğip neye eğmeyeceğimizi bilmediğimiz için, geçmişten yanlış öğretile gelmiş bütün olay ve durumları çaresiz bir şekilde benimseyip, ta ki doğruları idrak edene kadar acı ve huzursuzluk içinde benliğimize ait olmayan kişilik çalışmalarımızın da eklendiği sosyal baskılarla birlikte psikolojik bir buhrana sürükleniyoruz.
Geçmişimizdeki atalarımızın olumsuz şartlar içinde kendilerince deneyimleyerek öğrendikleri olayların kurbanları olmayı kabul etmememiz gerektiğini öğrendiğimizde, kaybettiğimiz benliğimizi bulmaya bir adım daha yaklaşabiliriz.
Benliğimizi keşfetmek, iç dünyamızdaki huzuru bulmak için kendi dünyamıza doğru bir yolculuğa çıkmalıyız. O zaman, bizim için neyin doğru neyin yanlış olduğunu algılayabiliriz belki.
Benden topluma ve yakınlarına “biz” olabilmesi için, öncelikle tek parça olan benlik kavramının sağlam oluşması ve bu kavramın herkesten önce bana faydalı olması gerekmez mi?
“Kendini bulmak” bencillik değil. Biz olabilmenin sağlam bir parçası sadece.