Geçen gün felsefe dersinde öğretmenimiz bir söz söyledi. Günlerce düşündüm düşündüm, kendi içimde bu konuda o kadar çok mukayese ettim ki size nasıl anlatayım? Aynı konu üzerine bu kadar çok düşündüm de vardığım sonuç ne peki? Şimdiden söyleyeyim, beni pek memnun etmedi.
“Düşünürseniz, düşman edinirsiniz…”
Zihnimde bu cümleyi o kadar çok irdeledim ve her bir irdeleyişimde de o kadar hüsrana uğradım ki.
Bilmiyorum sadece bizim ülkemizde mi böyle, yoksa direkt olarak insana has bir durum mu bu? Düşünen insan sevmiyoruz biz! Bunun ne kadar acı, ne kadar utanç duyulması gereken bir şey olduğunun bilmem farkında mısınız…
Düşünen insan deyince aklınıza ilk olarak ne geldi veya nasıl bir olay anı belirdi kafanızda? Zihni karışık bir şekilde elleriyle kafasını tutan bir birey veyahut onu andıran bir görsel belirdi, değil mi?
Düşünen insan deyince benim aklıma her seferinde, “dalgın bir halde kitap okuyan” birey geliyor. İddiaya girerim ki bu sadece bende oluşmuyor. Düşünen bir insan düşlemekte olan herkes hemen hemen o bireyin yanına bir kitap konduruyor zihninde.
O zaman şöyle mi demeliyiz: Düşünen insana duyulan düşmanlık aslında okuyan insana duyulan düşmanlık demektir! Ve aklı başında her insan da bilir ki okuyana düşman kesilirseniz, cahil kalmaya mahkum olursunuz.
İlk önce sizlerle düşünen bir bireyi gözlemleyelim.
- Olaylara farklı açılardan bakar.
- Problemlere değişik çözüm yolları bulur.
- Sürünün bir parçası olmayı kabullenmez.
- “Neden?” sorgulaması yapar.
- Tembellik etmez.
Ve son olarak, - Toplum tarafından pek sevilmez.
Toplum diyorum diye aklınıza sadece Türk toplumu gelmesin lütfen. Bu yazımda barındırdığım gözlemlerim Türk toplumu hakkında olabilir ama asla şöyle bir şeyi savunmuyorum:
Cahil Türk toplumu bilge insan sevmez, siz bir de gidip Avrupalıları görün!
Değil… Henüz Avrupalı ve batılı toplumların yaşayışı hakkında eleştiride bulunacak kadar araştırma yapmadığım için onları değil, kendi toplumumuzu inceliyoruz.
Ne demiştik? Düşünen birey olaylara farklı açılardan bakar! Ve sürünün parçası olmuş diğer insanlar ise, sürüden ayrılana hoş bakmazlar. Düşünün bir, beş kişi alışverişe çıktınız. Siz dahil dört arkadaşınız A mağazasına girmek istiyorken kalan bir arkadaşınız B mağazasına girmenin daha uygun olduğunu savunuyor. Sizin düşünceniz A, o ise B diyor! Karşı çıkan insanı sevmezsiniz, değil mi? Bu sadece en ama en basit düzeyde bir örnek.
Fakat sizler de biliyorsunuz ki biz akıl sahibi olan tek canlıyız. Bahşedilen aklı kullanıp düşünmek zorundayız.
Aynı konu üzerine düşünüp tartışan üç insan düşünelim. Birinin adı Banu, diğeri Selim, öbürü ise Can olsun.
Ortak olarak tartıştıkları bir konu hakkında Banu A fikrini, Selim B fikrini ve Can da C fikrini savunabilir. Fikir ayrılıkları esasında ortaya toplumsal bir kargaşa çıkmıyor ise bu, sağlıklı bireyler tarafından yapılmış bir tartışmadır. Üç birey de kendisinden farklı düşüncelere sahip olan diğer iki bireye karşı hoşgörülü yaklaştığı için ortam huzuru sağlanır.
Bir de, Selim’in narsist bir kişi olduğu ihtimalini göz önüne alalım. Banu ve Can’a, kendisiyle aynı fikirde olmadıkları için baskı uygulayıp kendi düşüncesinin konu hakkındaki tek doğru düşünce olması gerektiğini savunan Selim, aynı konu üzerinde kendisinden farklı düşünen diğer iki arkadaşına öfkeleniyor!
Siz Selim’in olgun ve sağlıklı bir birey olduğunu mu düşünürsünüz, yoksa zihinsel olarak bir gelişme kaydedemediğini mi?
Peki bu üç bireye bir de Azra’yı ekleyelim. Azra da, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışına sahip olduğu için bir konu üzerinde sağlıklı bir düşünce sistemi oluşturmuş bu üç bireye, “İşiniz gücünüz yok mu sizin? Size ne, bırakın, düşünmeyin bunları!” diye çıkışıyor. Yani Azra adlı birey kendini tamamen toplumdan ve aslında yaşamdan nötrlemiş; düşünceyi, düşünmeyi ve düşüneni kat’a sevmeyen biri!
Fakat bu üç düşünen insanın çok önemli bir toplumsal kargaşa üzerinde çözüm yolları arayıp fikirler beyan ettiğini düşünürsek, Azra bu anlamda sağlıklı ve etkin bir birey değildir.
Banu, Selim, Can ve Azra’nın çok yakın dört arkadaş olduğunu varsayalım. Bir gün beraber otururlarken Banu Azra’ya, “Bence bazen olaylara çok katı bakıyor, konu üzerine pek fazla düşünmeden çabucak yargıya varıyorsun.” diye nazik bir eleştiride bulunmuş olsun.
Daha dünyanın, toplumun ve olayların eleştirisinde bulunup üzerine düşünüp çözüm üreten insanlara karşı olan Azra; kendinin eleştirilmesini hoş karşılar mı? Elbette hayır.
Daha arkadaşının ne dediğini bile tamamen anlayamamış olan Azra adlı birey hemen kaşlarını çatacak ve, “Sen kimsin de bana akıl veriyorsun!” diye çıkışacaktır. Aslında bu, nazik bir üslup eşliğinde yapılmış yapıcı eleştiriyi düşünse belki de arkadaşının düşüncesine hak verecektir. Ama düşünemeyen bireyin yapacağı ilk iş, her zamanki gibi düşüneni yargılamaktır…
Toplumsal kargaşaların temelinde yatan sebeplerden biridir bu. Düşünen insan, hele de bizim hakkımızda düşünen insana öyle karşıyız, narsist kişiliğimizi zedeleyecek farklı görüşlere o denli kapalıyız ki bile isteye körü oynuyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı içinde debeleniyoruz da, bir türlü gidemiyoruz…
Unutmayın ki;
Okuyana ve düşünene düşman olan her toplum kendi kendini giyotine götürüyor demektir.