Yarına kadar yaşamak belirsiz iken, insan denen varlık kendine yaşamı zindan etmiş halde. Yaşamayı, görmeyi bilmeden, yarınında ne olacağını bilmeden bugünün dertlerini bu günde bırakmayıp yarına taşır sürekli.
Bazen saat durur. Ve onu çalıştırmak için bitmiş pilini başka bir pille değiştirmek gereklidir çünkü o pilin işi orada bitmiştir ve saatin devam edebilmesi için yeni bir pile ihtiyacı vardır.
İnsan da birer saat değil midir aslında?
Devam etmek için sürekli değişimler geçirmiyor mu?
İnsan bazen saat durdu diye çıkmazlara sürer kendini iç mahzenlere kapatır yüreğini. Oysa yaşamın ve yaşamsal faaliyetlerin bu derece güzel olduğu bir dünyada yaşamak kadar güzel hiçbir şey yokken. Kendisi, kendini içten içe çürütür durur.
Bazen düşüncesine bir pil yenilenmesi yapması gerektiği gelmez bazen de o anda kalmayı sever, doğru olmadığını bildiği hâlde öyle olmayı seçer.
Hemde hayat önümüzde akıp giderken ve yaşamak o kadar güzelken…
Yaşamın güzelliklerini unutup yaşamı kendine zindan eder. Hayatı yaşamayı bilmez, anda mutlu olmaz, değişimler geçirince sorgulamaz, irdelemez hemen isyan bayraklarına sıkı sıkıya sarılır durur.. Üzüntü içinde olur çoğu zaman, ne, nasıl, ve ne zaman ne olacağını, nasıl olacağının evhamları içerisinde veryansınlar kopartır yüreğinden.
Oysa yaşamın en yegane varlığı olan hayat yaşamsal faaliyetlerin sürdürebildiği dünya üzerinde, insanoğlu ırkına yaşamak kadar güzel bir şey bahsedilmişken yapıyordur bunu.
İyisiyle, kötüsüyle yaşamak güzeldir. Maalesef insan kendisine bahsedilmiş bu güzellikte yaşamayı bilmemektedir.
Vardığı her durakta tekrar doğrulup başka bir durağa kadar devam edebilme değişimine karşı aşırı güçsüzlük içindedir. Düşünceleri netlik kazanmışken, olasılık kavramı beynini, yüreğini kemirmekten başka bize pek te bir şey sağlamaktadır ona. Yaşam faaliyetini sürdürebilen, düşünce yapısının var olduğu insanlar kadar acı çeken bir ırk yoktur bence.
Çünkü olasılıkların bizleri sarmaşık gibi sarmaladığını, iyiliğin sömürülüp, kötülüğün hakim olabileceğini düşündüğümüz, kabullenemediğimiz her şey yüreğimize yara yapıp o yaraya her geçtiğimiz gün karşılaştığımız her olayda tuz basıyoruz ve bu bizi belli bir zamandan sonra dayanılmaz bir hale getiriyor. Oysa yaşam o kadar güzeldir ki o güzellik gözlerimizin karşısında ama biz onu görmemek için kör taklidi yapıyoruz. Çünkü bakmayı kendimize aşılamıyoruz. Örneğin ağacın dalından süzülen bir yaprağın yere kadar inişini fevkalade güzellikte gören biri olmak varken o yaprağın yere düşene kadar süzülüşünü izleyip gayet doğal ve anlamsız bir şey olarak nitelendirenlerimiz de vardır. Fakat o yaprak bir çok aşamadan geçmiş ve bir doğa olayı olarak faaliyete geçmiştir düşerken. Demem o ki; “Görmek gerek” bazı olguları çünkü bakmayı bildikten sonra güzelleşiyor her şey ve varacağımız her durak bizi başka bir durağın yoluna çıkarıyor. Esasen yapmamız gereken olaya niceliksel yaklaşmak ve o durağın sonuna gelene kadar her anımıza güzellik katmaktır.