Kibir, genellikle kişinin kendine olan güveniyle yanlış bir şekilde ilişkilendirilir. Ancak kibir, sağlıklı bir özgüvenin aksine, diğerlerini küçümseme ve hor görme eğilimini içerir. Kibirli bir kişi, kendini sürekli olarak övüp, başkalarını aşağılayarak kendi eksikliklerini örtmeye çalışır. Bu durum, kişinin etrafındakilere karşı saygısız ve hatta saldırgan bir tutum sergilemesine neden olabilir. Kişi, kendi eksikliğinin geri bildiriminde; hiçbir geri bildiriyi kabul etmeyerek sürekli karşı tarafı suçlama eyleminde bulunarak kibir ve egosunu ön planda sergilemeye başlar. Burada işin aslı kişinin cahillik ile kültürlü olmak arasında yaşadığı ikilemdir.
Çünkü kibir ve egonun sebebi cehalettir.
‘‘Ne kadar çok bilgi o kadar az Ego,
Ne kadar az bilgi o kadar çok ego.’’
(Albert Einstein)
Bu cehalet insanı kendi çekirdeğinde yalnızlığa mahkûm eder.
Kibirli bir kişinin gerçek dostları olabileceği düşünülebilir. Ancak bu dostluklar genellikle kırılgan ve geçicidir. Kibirli biri, kendini sürekli olarak öne çıkardığı ve diğerlerini küçümsediği için, gerçek bağlılık ve samimiyet duygularını hissedemez. Onun arkadaşları, aslında sadece dışarıdan gelen birer yansıma olarak kalır. Nefsini kibrine esir eden insanlar, bu kibir kafesinin içinde kendilerini başkalarından üstün görmeyi normal bir durum gibi karşılarlar. Bu tutumları ilişkilerde ve etkileşimlerde çatışmalara yol açar. Kibirli biri, çevresindeki insanları potansiyel tehdit olarak görebilir ve bu da etrafında yeni düşmanlar yaratma eğilimde olmalarına neden olur. Aslında her yarattığı düşman eski dostu, her dostu da eski düşmanıdır. Bu durumda kibirli kişilerin hayatlarında karmaşık politik ilişkilerin ve ittifakların değişken olabileceğini kanıtlar.
Kendini hep doğru görmenin yanlışında sürüklenip gider bu hayatta insan. Kibir insanı kontrolsüz bir güç gibi esir alır. Bu kontrolsüz güç kontrolsüz şekilde başkaları hakkında her fırsatta hakaret içeren cümleler ile dolu konuşmalar yapmasına ve aynı zamanda kargaşadan beslenmesine sebep olur. Kendi yarattığı kargaşayı hayatına sokarken, başkalarının hayatına da kargaşalar yığını bırakır.
Her insan ’da doğası gereği kibir hep vardır.
Aynı ortamı paylaştığınız insanlarla vakit geçirirken her şeyi olduğu gibi kabullenmeme eğilimde bulunmayarak karşılaştığımız her hangi bir insanın o gün giyindiği kıyafetlerinin renk uyumuna bakarak dudak bükmemiz ‘’ bu ortama böyle gelinir mi’’ diye düşünmemiz bile aslında kibrimiz ‘den kaynaklanmaktadır. Ve ben bu durumu ‘’kibirsiz kibir’’ olarak tanımlıyorum. Çünkü bu durum sadece düşüncede kalır, ikinci kişiler ile paylaşılarak dışa vurulmaz. Dışa vurduğunuz an zaten kibrinizin esiri olmuşunuzdur. Ve artık sizi insanların kibir kipi ile tanımlamasının yolu açılmıştır.
Kibirli insan genellikle kontrolü kaybetme riski altındadır çünkü kibirleri, başkalarını aşağı görmeye ve kendi hatalarını görmemeye yol açar. Kibir, bir kişinin düşüncelerini ve davranışlarını etkileyen bir tür kör nokta gibidir. Bu durumda, başkalarının eleştirilerini veya yardım tekliflerini reddetmek, hataları kabul etmemek ve işbirliği yapmaktan kaçınmak gibi davranışlar, kontrolünü kaybetme riskini artırırken zaman zaman unutma eğilimine girerler. Bu unutma eğilimi politik ilişkilerinde geçmişte yaptığı her olumsuz konuşma ve davranışları hafızasında kendi doğruları olarak yer ederken beynin kendi yapısı hereği gereksiz bilgiler kısmına kayıt edilip zamanla bir müddet unutulmasına yol açar.
Ancak biri gelir ve bunu hatırlatır.
İşte o vakit kibrin kendi kıyameti koparır.
Kibir zindanın kapısını dışardan kapatmak zordur.
Günümüzde, toplum olarak kendimizi her zaman doğru görmek ve mükemmelliği arayışımızın etkisi altındayız. Sosyal medyanın ve dijital platformların yarattığı görüntü, mükemmel hayatların sergilendiği bir vitrin gibi karşımıza çıkıyor. Bu durum, kendi hatalarımızı kabul etme ve objektif bir şekilde kendimizi değerlendirme becerimizi zorluyor. Ancak, gerçeklikten kaçmak ve kusurlarımızı görmezden gelmek, kişisel ve toplumsal gelişimimizi engelleyen bir tuzaktır. İnsanlar olarak, hata yapma ve eksikliklere sahip olma özelliğine sahibiz. Bu, bizim insan olmamızın doğal bir parçasıdır. Ancak, modern toplumda bu gerçeği kabul etmek yerine, mükemmellik arayışına odaklanıyoruz. Sosyal medya platformlarında paylaşılan filtrelenmiş ve mükemmelleştirilmiş hayatlar, gerçeklikle bağımızı koparıyor ve kendi yaşamlarımızı sürekli olarak başkalarının yaşadığı hayatların yanında değerlendirme eğilimine sokuyor.
Kendimizi her zaman doğru görmek yerine, gerçekçi bir bakış açısıyla kendimizi değerlendirmeliyiz. Hatalarımızı kabul etmek ve sürekli olarak gelişmeye açık olmak, kişisel ve toplumsal refahımızı artırır. Gerçeklikten kaçmak yerine, gerçeklikle yüzleşmek bizi daha güçlü kılar ve daha anlamlı bir hayat sürmemize yardımcı olur.
Sevgi, saygı, dostlukla…