Çevremize ya da sosyal medyaya baktığımızda, dünyanın ve insanlığın gidiş hattıyla alakalı şikayetçi bir yığın insan görürüz. Hepimiz; bozulan düzenden, çürümüşlükten, yozlaşmışlıktan dertliyiz. Ahlaki değerlerin çöküşü, kötülüğün hızla yayılışı, tahammülsüzlük, vefasızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik, sevgisizlik, güvensizlik karşısında aynı fikirdeyiz..
Yine hepimiz(!), daha adil, daha ahlaklı, daha özgür, daha sevgi ve saygılı, huzur dolu bir toplum istiyoruz. Kötünün iyiyi, güçlünün zayıfı, zalimin mazlumu ezmediği bir dünya hayal ediyoruz.
Bir taraftan da, her birimiz haksızlığa, sadakatsizliğe, vefasızlığa, adaletsizliğe uğradığımızı iddia ediyor ve gerek toplumsal ilişkilerde, gerek ikili ilişkilerimizde kendimizi masum ve mağdur olarak tanımlıyoruz. Sonrasında kurduğumuz cümleler ise genellikle benzer beklentiler içerisinde oluyor..
Aynı şeylerden şikayetçi ve aynı şeyleri temenni ettiğimiz bu dünyada hepimiz masum ve mağdur isek; bunca yanlışı, haksızlığı yapan kim ola ki acaba? Bu çürümüşlüğün sorumlusunu bulmak oldukça zor görünüyor; çünkü hepimiz adalet savaşçıları, sevgi kelebekleri gibi geziyoruz ortalıklarda!
“Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur.” diyor Tolstoy. Öyleyse içinde bulunduğumuz toplumun bozuluşu; insanın yani her birimizin bozuluşuyla başlıyor aslında. İnsan aynayı kendine tutamadığı, bu gerçekle yüzleşmekten kaçtığı için hep “ötekini” suçluyor..
Sevgili Okur;
Kim bu öteki?
Yaşamın içerisinde, bir görüşe,bir duruşa sahibiz. Her birimizin hayata bakışı, okuyuşu, yaşamı deneyimleyişi farklı farklı. Dolayısıyla gerek bireysel gerek toplumsal olayları değerlendirme şeklimiz, durduğumuz yerden çok da bağımsız değil. Bununla birlikte insan, bir tarafıyla da bencil bir varlık.. Sınırlarının, konfor alanının ihlal edilmesini istemez. Yaşadıkları ya da şahit oldukları karşısında çoğunlukla kendinden yana bir tavır alır.
Empati kuramadığımızda dengeler şaşar, şiraze kayar. Ve insan; kendi menfaati, ideolojik ve vicdani körlüğü, bencilliği yüzünden Tolstoy’un dediği gibi korkunç bir varlığa dönüşür.
Herkesin kendi doğrularıyla ayarlamaya çalıştığı adalet terazisi, hem ikili ilişkileri hem toplumu içinden çıkılması zor bir kaosa sürükler ve cinnet atmosferi meydana getirir.
Sonuç olarak; aynı şeylerden şikayet ederken, aynı şeyler için dua eden, dileklerde temennilerde bulunan, lakin bir yandan da birbirini ötekileştiren suçlayan varlıklara dönüşürüz.
Çözümün “ötekini” suçlamaktan değil, aksine “öteki” olmamak için çabalamaktan, aksiyon almaktan, elimizi taşın altına koyup yüzleşmekten geçtiğini düşünüyorum.
İdeolojik görüşümüz, duruşumuz, inancımız ne olursa olsun; bizden olmayan için de adaleti aradığımızda.
Kınadığımız, haksızlık, liyakatsizlik yapmakla suçladığımız birilerinin “eline geçen fırsat” bizim elimize de geçtiğinde aynı fırsatçılığı yapmadığımızda.
Kendi menfaatlerimizi, kendi doğrularımızı(!) hakikatin önüne koymadığımızda,
Mazlumun, mağdurun dinini, ırkını partisini mezhebini sormadığımızda,
Bize dokunmasa da,yılanlarla mücadele edebildiğimizde,
Sevgiyi, vefayı, aşkı, iyiliği pazarlığa ve ticarete açmadığımızda,
Kendi konforumuz, mutluluğumuz, hırslarımız için her yolu mübah saymadığımızda… Temenni ettiğimiz huzurlu, sevgi dolu ve temiz bir toplumu oluşturabileceğimize inanıyorum..
Sevgili Okur;
Hayat yolcuğunda ilerlerken kimseyi incitmeden, ezmeden yürüyelim. Unutmayalım ki; kendisiyle yüzleşemeyen ve vicdan körlüğü yaşayanlar için tüm olanlardan sorumlu bir “öteki” daima vardır.
Yolun açık, yolculuğun mübarek olsun..
Gamze hanım emeğinize ve kaleminize sağlık umarım yazınız geniş bir kitleye yansır ve herkes cümlelerinizde olduğu gibi; ötekileştirmeden,öteki olmamak için üzerine düşeni uygular.
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın…
🙏😇