Bir viranedir gönlüm habersizce yaşamakta. Olan ve olacak olanlardan bihaber. İnsan, neler barındırır koynunda, neler taşır sırtında, kader denen mevzunun bilmem hangi kaçamağında…
Hayat kime daha çok acımasız, kime daha çok bonkör, kim daha çok muhtaç yaşam döngüsüne?
Kiminin nasibi kör, kiminin aklı kıt, kiminin vicdanı yok, kimi ise koskoca dünyaya zıt…
Hasılı kelam, herkes biraz noksan şu dünya serüveninde.
Herkes biraz ihtiyaç sahibi, aslında bir bakıma herkes biraz dilenci. Kim akıl almaz ki usta olandan, ya da kim yol istemez ki ermiş olandan?
İlla para mı dilenmeli, üstü başı yırtık mı olunmalı, sefil mi gözükmeli dilenci olmak için? Ya da aklı kıt, eksik mi olunmalı?
Ben kendimi bildim bileli, ya da gönlümü bildim bileli, dilenciyim. Hem öyle bir eksiklik ki, başka hiç kimsenin bana yardım edemeyeceği bir dilenme. Sadece o, sadece sevdiğim, sadece aşk…
Hangi cüzdan gönlümün sevdasına uyar, hangi tebessüm gönlümde açtırır bahar, hangi el dokunabilir yüreğime, hangi söz, hangi bakış, hangi nakış uyar sevdama?
Kimseyi bilmem ne kadar eksik, ne kadar muhtaç başkasına. Kim daha çok yardım bekler birilerinden? Ya da kim daha çok farkındadır yitik olduğuna? İnsan illa farkına varır kendinin. Bir şekilde tamamlanmak, tam olmak ister. Kimi çok okur, kimi çok çalışır, kimi çok gezer. Kimi ise kendini hiç mi hiç eksik görmez, ama herkes anlar ne kadar eksik olduğunu. Aslında en çok da “ben tam oldum” diyenler, en acınacak haldedirler. Çünkü onlar eksikliğini dahi bilmezler ve bir ömür de oldukları yerde sayar dururlar. Açlıktan ölmek üzere olan birinin, inadından ölümü tercih etmesi gibi…
Doğar doğmaz bir şeylere muhtacız. Bir anneye, babaya, ekmeğe, suya, süte, yürümek için tutunmaya, yaşamak için öğrenmeye, daha iyi yaşamak için daha çok şeye ve daha çok, daha çok…
Bazı şeyler elimizdedir muhtaçlıklarımızın. Ya çalışarak, ya okuyarak ya da yol giderek ulaşacağımız şeyler. Bir de asla ulaşamayacağımız bazı şeyler var tabi.
Hem insan bu kadar eksik ve muhtaçken, kazandığı güç ve kuvveti günü gelince birer birer kaybedip, elden ayaktan düşüp muhtaç hale gelirken, nasıl kendini bu denli üstün görür, hiç mi akıllanmaz, hiç mi tam olmaz insanoğlu?
Ama insan her şeye çare bulur da, bir gönül derdine derman bulamaz.
Ben kendimi biliyor sanırdım hep, ta ki bir gönlümün olduğunu bilene kadar. Ben kendimi tamamlarım sanırdım, ta ki aşka düşene kadar.
Herkes muhtaç olduğunu alır. Kimi çalışarak, kimi okuyarak, kimi başka, kimi başka yollarla. Ama âşık olan asla istediğini alamaz. Çünkü çare sadece sevdiğidir. Sevdiği de onu sevmediği için aşka düşmüştür. Yani imkânsızdır. En muhtaç olan dilenciden daha muhtaçtır, daha sefil, daha fakir, daha biçaredir.
Şimdi kim bana servetten bahsedebilir? Kim benim muhtaç olmadığımı diyebilir? Hem kaç çare var çaresizliğime, kaç kapı var bana açılacak, kaç gönül var gönlüme uyacak?
Nerede bir dilenci görsem, ne kadar çaresiz olduğum aklıma gelir.
Birileri de aşk dilensin, aşkımızın zekatını verelim, serinlesin ruhumuz, olmaz mı?
Sensizlik mi, sessizlik mi,
Nedir beni yalnız kılan?
Sevgisizlik mi, eksiklik mi,
nedir beni çaresiz kılan?
Saygılarımla…