İngilizler hakkında son derece önemli bilgileri casusluk yaparak gizlice aşıran ve mavi gözleri ile sarışınlığını konuşturarak kendini İngiliz olarak tanıtan Ahmet Esat, 1892’de İstanbul’da doğar. Henüz 5 yaşında babasını kaybedince annesi ve dayısı ile birlikte kiralık bir dairede maddi zorluklar içinde kıt kanaat yaşamaya başlar. Ancak gün gelip dayısının maddi durumu düzelince, Ahmet Esat için de yeni bir sayfa açılır hayatında, hem de hiç ummadığı bir hayat..!
Galatasaray Lisesine kaydoldu yeni umut ve hayallerle. En büyük hedefi bir gün casus olmak ve hayatını riske atıp o hiç girilmemiş karanlık koridorlarda dolaşmak ve sürekli arkasını kollamak değildi elbette, onun hedefi başarılı ve meşhur bir pehlivan olmaktı. Hayalleri ve yaşamı arasında derin uçurumlar olsa da, o, son tahlilde hayatını sonuçlarına göre yazacak ve yaşayacaktı.
Lisede zekası ve tıpkı özgüven abidesi dışa dönük kişiliği ile, göze çarpan ve başarılı bir öğrenci oldu. Ancak onu diğerlerinden ayıran ve sivrilten bir yönü vardı. Başkaldırması! Nitekim lise yönetimi ile bazı fikir ayrılıkları yaşaması onun lakabını ‘Belalı’ yapacaktı. Sadece lise içinde değil, o günkü yönetime karşı da gizlice tasarladığı ayaklanma planı ayyuka çıkınca, peşine hafiyeler takıldı, Yıldız Sarayına getirildi, ardından serbest bırakıldı. Bu yıllar ona bu olumsuzlukların yanı sıra, çok iyi bir Fransızca hediye etmiş ve yüzme ile yelkenli dersleri alıp, sporla hemhal olmasını sağlamıştı. Ancak dayısı olumsuzlukları göz önünde tutarak yeğenine yurtdışına çıkması gerektiğini tembihleyince, Ahmet Esat soluğu İngiltere’de aldı.
Yolculuğu gemi ile yapan 16 yaşındaki delikanlı, geminin kaptanı ile yol boyunca yaptığı İngilizce sohbetler sayesinde o kadar samimi oldu ki, yitirdiği babasının sevgisini onda buldu bir bakıma ve ona ‘baba’ demekten kendini alamadı. İngiltere’ye vardıklarında ona evini açan manevi babası, Ahmet Esat’ın bundan sonraki İngiltere macerasında destekçisi olmayı ihmal etmedi. NavyCollege’ a kabul edilen Ahmet Esat, burada hem istediği Boks sporunda kendini geliştirdi ve artık İngiltere’de ringlerin aranan siması oldu hem de İngilizcesini geliştirdi, hem de o kadar geliştirdi ki, İngilizcenin gramer kuralları, aksağan ve şivelerini ayrı ayrı çok iyi konuşur hale geldi. Batı kültürünü de yaşayarak ve gezerek öğrenen Ahmet Esat, İngiltere’nin eğlence hayatında aristokrat çevre ile gezip sohbet etmeye başladı ve işe yarar(!) bir çevre edindi. Bu birikimler ilerde onun bir elin beş parmağını geçmeyen casuslar listesinde yer almasını sağlayacak ve Anadolu için paha biçilemez bir vatansever olacaktı.
Nitekim 1.Dünya Savaşı patlak verince, 1914’de İstanbul’a dönen Ahmet Esat için artık hayatının ilk dönemi bitmiş, ikinci dönemi başlamıştı. Artık bir asker olarak kendini Çanakkale Cephesinde bulmuş ve Çanakkale Cephesinden İstanbul’a gizlice gelen İngiliz denizaltılar ile yakından ilgilenmiş ve ünlü İngiliz casus Lawrence hakkında bilgiler edinmişti. Buradaki görevi bittikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa’ya üye olmuş ve burada Kara Kemal ve Dramalı Rıza Bey’lerden çetecilik dersleri almıştır.
Tarih 1918’i gösterdiğinde artık İstanbul’da İngilizlerin baskısı artmış ve sonunda işgal edilmiştir. Ahmet Esat, tutuklu ittihatçıları kurtarmaya gayret gösterirken, kendisi tutuklanmış ve pek çok işkenceye tabi tutulmuştur. Hapisten firar etmeyi başarmış ancak gemi ile kaçarken tutuklanıp hapsi tekrar boylamış, bir süre sonra Çanakkale’deki İngiliz Hapishanesine sevk edilmiş ve nihayet buradan kaçmayı başarmıştır. Hapisten çıktıktan sonra sefil bir halde köylere sığınmak zorunda kalan Ahmet Esat, 1919’da Kuva-yi Milliyeciler’e sığınmış ve askerler tarafından kendisine ‘İngiliz Kemal’ lakabı verilmiştir.
Hayatının bundan sonraki üçüncü safhasında ise hem zekası, hem Fransızca, Yunanca, İngilizce ve Rumca dillerini bilmesi hem mavi gözleri ve sarışınlığı ile İngilizlere benzemesi gibi özelliklerinden dolayı TBMM tarafından görevlendirilerek, İngilizlere karşı derin bir istihbarat çalışması yapması istenmiş ve Genel Kurmay Başkanlığı’nda görevlendirilmiştir. Kendini kah Amerikalı bir gazeteci kah bir sinema muhabiri olarak tanıtıp kılıktan kılığa girerek ve casusluk hayatında birbirinden değerli ve ulaşılması bir hayli zor bilgileri edinerek zekasını ve yeteneğini konuşturur ve TBMM için, tabiri caizse, yükte hafif pahada ağır bilgiler elde etmiş ve büyük bir amme hizmeti yapmıştır.
Hayatının dördüncü ve son safhasında emekliye ayrılan Ahmet Esat, 1924 yılında anılarını kaleme aldı. Herkesin bütün gizli saklı bilgilerine vakıf olduğundan, haliyle çekinilen bir isim olmuştur. Bu süreçte tercümanlık ve rehberlik yaparak yaşamını sürdüren İngiliz Kemal, 1932 yılına kadar hafif sıklet boks şampiyonluğunu da kimseye bırakmaz. Ve nihayet soyadı kanunu ile attığı sert yumruklar hatırına ‘Tomruk’ soyadını alır.
Kendisine yaptığı vatani hizmetlerden ötürü her ay 500 Lira aylık bağlanan Tomruk, hayatının son yıllarında kısmi felç geçirmiş ve kaldırıldığı hastanelerden en iyi yaptığı şeylerden biri olan kaçmayı başararak, haline meydan okumuştur adeta. Ancak bu koşturmaca ve stres dolu yaşamın ağır faturası 1966 yılında geçirdiği beyin kanaması ile çıkacak ve arkadaşları tarafından hastaneye götürülürken şu sözler dökülecekti ağzından: “Benim gibi bir adam ölmemeli! Fakat bu fırtınalı hayatın sonu herhalde kötüye gidiyor…”
Nitekim 14 Şubat 1966’da kalp krizinden vefat eden İngiliz Kemal, Emirgan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir. Geride filmlere ve kitaplara konu olan hayatı ve ‘Efsane Türk Casus’ unvanını bırakarak…