Medeniyetimiz, gönülleri imar edecek yüzlerce abide şahsiyet ve binlerce menkıbe ile yolumuzu aydınlatacak, daraldığımız anlarda bir nebze de olsa bizleri ferahlatacak ve tatlı esintiler ile hoş bir seda bırakacak anılar ile süslüdür.
Bu yazımızda da gönlümüze bir anda düşen ‘‘Gül Baba’’ Hazretlerini, bilgimiz ölçüsünde ve kalemimiz yettiğince anlatma gayretinde olacağım.
Gül Baba 15. yüzyıl sonlarıyla 16. yüzyıl başlarında yaşamış, şair bir Bektaşi dervişidir.
Sultan Bayezid döneminde yaşadığı bilinen bu gönül sultanımızın asıl adı Cafer’dir. Bektaşi külahında (sarığında) daima bir gül taşıdığı için ‘‘Gül Baba’’ lakabıyla tanınmıştır.
Müthiş bir hayat hikâyesine sahip olan Gül Baba, Anadolu’ya gelerek bugünkü Galatasaray Lisesinin yer aldığı bir alanda küçük, bahçeli ve sevimli bir ev yaparak bu bölgeye yerleşir ve insanlara dosdoğru, tertemiz yolu gösterme gayretine düşer.
Mütevazı bir hayat yaşayan Gül Baba Hazretleri, dillere destan ve bakılmaya doyulmayan bir gül bahçesine de sahiptir, çiçeklerine özenle ve sevgi ile bakan Gül Baba yaşayacağı bir olay üzerine tarihe geçecek ve adını bugünlerde andığım mübarek bir zat olarak gönüllerde yerini alacaktır.
Sultan II. Bayezid bir gün Veziri ile birlikte Galata sırtlarında avlanırken şiddetli başlayan bir yağmur neticesinde sığınacak bir yer ararlar. Yağan yağmurun tesiri ile her yan mis gibi ağaç, çiçek kokuları ile bezenir. Sultan Bayezid ve Vezir bir müddet daha ilerledikten sonra çok keskin bir şekilde gül kokusu almaya başlarlar.
Gül kokusunun yayıldığı alana doğru ilerleyen Sultan Bayezid, sevimli bir bahçe ile çevrili mütevazı bir ev ile karşılaşırlar. Islanmanın verdiği üşüme ve yorgunluk hali ile bahçeden içeriye giren Sultan Bayezid ve Vezir ahşap kapıyı çaldıklarında, nur yüzlü, mütebessim bir çehreye sahip olan Gül Baba Hazretleri kapıyı açı verir.
Gül baba ile tanışan Osmanlı Sultanı, bu sohbetten öylesine keyif alır ki, içilen kahveler, gönüllere nakşolan sohbet ile akşam oluverir.
Sultan Bayezid-i Veli’nin gitmeye pek gönlü yoktur lakin vazifesi gereği istemeye istemeye kalkmak zorunda kalan Padişah, Gül Babaya dönerek; ‘‘Efendim sizinle geçen vakit gönlümüze o kadar iyi geldi ki, bir anda olsa Dünyanın kaygısından, telaşından uzaklaştık, Rabbim sizlerden razı olsun, lütfen bizden istediğiniz bir şey var ise söyleyiniz, yerine getirmek bizlere de mutluluk verir.’’ der.
Gül Baba Hazretleri, Sultan Bayezid’e; ‘‘Hünkârım biz sizden bir şey istemeyiz, ne zaman gönlünüz sohbet etmek isterse buyurun, kapımız sizlere her daim açık olacak.’’ der.
Padişahın ısrarlı teklifi üzerine, Gül Baba hazretleri; ‘‘Sultanım, bahçemizi gördünüz, gülleri çok severim, gönül diler ki biz vefat ettikten sonra bu güllerin bülbülleri olsun, şen olsun her yan, bir mektep (okul) yapılırsa buraya, bizim de rumuz şad olur, çocuk sesleri arasında yaşar gider buralar inşallah.’’
Ve Gül Baba Hazretleri Sultan Bayezid için bahçesinden hazırlamış olduğu sarı kırmızı rengindeki gül demetini Sultana takdim eder, Gül Babanın bahçesi sadece sarı kırmızı rengindeki güller ile çevrilidir, mübarek bu renkleri çok sevmektedir.
Gülleri alan Sultan Bayezid’in, bu güller çok hoşuna gider, uzun uzun koklar gülleri ve Gül Babaya dönerek; ‘‘Gönlümüzü bir kez daha hoş ettin Baba, buraya tez zamanda bir mektep (okul) yapılacaktır ve güllerin bülbülsüz kalmayacaktır.’’ diyerek Gül Baba ile vedalaşır.
Evet, sevgili okurlarımız… O bölgeye yapılan okul bugünkü Galatasaray Lisesidir ve okulun simgesi de sarı kırmızı güllerdir. Galatasaray Spor Kulübünün sarı kırmızı renkleri de Gül Babanın güllerinden almıştır rengini.
Feridüddin Attar Hazretlerinin sözleri ile yazımı sonlandırmak istiyorum. ‘‘Her gün bir miktar Hak Dostlarının hayat hikâyelerinden okumak gönlü ferahlatır, bize ibadetlerimizi yapma hususunda gayret katar.’’
Bu zatları tanıdıkça sevecek ve sevdikçe vazgeçemeyeceğiz sanırım.
Rabbim bu güzel Hak Dostlarından razı olsun, tertemiz hayatlarının da bizlere rehber olabilmesi ümidi ile hayırla kalınız.