Dostlar, nasılsınız, iyi misiniz? Beni soracak olursanız ben kırgınım, siz de öylesiniz, onu da biliyorum. Kırgınız, hepimiz bir şeylere…
İçimizde ukde kalan şeylere,
Bekleyip bir türlü karşılaşmadığımız şeylere,
Uğruna savaş verdiğimiz şeylere,
Canımızı vereceğimiz ama en sonunda “yapmasaydın” denilen sözlere…
Daha nice şeyler var kırgın olduğumuz. Bana soracak olursanız, artık yeryüzünde en hassas olan şey fay hattı değildir. En hassas olan şey insandır. İnsan, iğne ucunu doldurmayacak şeylerden bile bazen kırılabiliyor. Örneğin, sofrada oturunca annenizin tabağı ilk size değil de kardeşinize vermesi bile bazen bazı insanlarda kırgınlığa yol açabiliyor. Zaten kırgın insanların kırgınlıklarını ifade edememesinin sebebi de toplumun “iğne ucu kadar bir sebepten dolayı insan kırılır mı” demesidir. Çok zor bir durumdur kırılan kişinin kırgınlığını belli edememesi.
Van Goethe derdi ya, “Dünya, hassas kalpler için cehennemdir.” Aynen de öyleydi. En çok da kırgın olanlar bu dünyada asla tat alamamıştı.
İnsan, çok farklı bir varlıktır. Bir kalın cama, şu ismini hatırlamadığım küçük cıva tarzı boncuk mu, sakız mı vurduklarında camın tuzla buz olması adeta bizlere insanın profilini göstermektedir. İnsan böyledir işte. Bir cam gibidir. Cama küçük bir taş at, ortasından taşı yediği anda çatlamaya başlar. Oysa taş küçücük, o boncuk mu, sakız mı neyse küçücüktür. Öyle hassas bir varlıktır. İşte insan da cam gibidir; küçük sözlerden çabuk kırılan bir varlıktır.
İnsan, en çok da karşısındaki insanı diliyle kırıyor. Hoş ya, “dilin kemiği yoktur” sözünü bütün memleket biliyor ama hiçbiri de o dile sahip çıkmıyor, bu da çok değişik bir paradoks.
Dostlar, kırgınız hepimiz.
Kimimiz kendimize,
Kimimiz ailemize,
Kimimiz kadere,
Kimimiz beklediklerine,
Kimimiz de kırgın olmak için sebep aramıyor.
Bazılarımız kırgın böceklerken, bazılarımız ise kırgın çiçekleriz. Ben de kırgınım dostlar, en çok da beklediklerime, beklentilerime. Bana deseler ki, “Dünyada en az kırılan kişi kimdir?” Cevabım hazırdır: “Beklentisi en az olandır.” Bu beklentiyi sadece hayata yorumlamayın; dünyaya, insanlara, çevreye, sevgiliye ve herkese. Beklentisi az olan ve hiç olmayan, en az kırılan varlıktır.
Bir ağaçta bir dal kırılınca, budama ile o dalın yokluğu kaybettirilmek istenirdi ki o kırık daldan kurtulan ağaç kendine gelsin. İnsan da böyledir. Kırılan yerinden budanması lazımdı. Ancak en çok dikkat edilmesi gereken yer de, kırılan insanın kıran insan tarafından onarılmasıdır. Bu, dünyada insanların birbirileriyle birer arkadaş olduklarını, bazen kırdıklarını, bazen onardıklarını kanıtlar. Hatasını görüp o kırgınlığı telafi edip kırığı budamak, kıran şahsiyete ait olmalıdır. Burada mana, özür dileme ve hatayı görmeyi de ortaya çıkarır. Bu iki mana, insanların birbirlerine karşı iletişimini daha da sağlamlaştırır.
Belki burada bana kızacaksınız, ama hatayı yapan düzeltmeli ki dünya en azından yaşanacak bir yer olsun.
Kırmayın dostlar!
Ne ağaçları,
Ne taşları,
Ne yolları,
Ne kitapları,
Ne sayfaları,
Ne saç tellerini,
Ne tırnaklarınızı,
Ne kemiklerinizi,
Ne hayallerinizi,
En çok da umudunuzu kırmayın ve asla kimsenin de umudunun kırılmasına sebep olmayın.
Kırılmadan alçılanıp pişmeniz niyetiyle, alçılı kalın.