Söylenmiyor çok şey, susmadan…
(Özdemir Asaf)
Etrafına baktığında gördüğün kıpırdayan dudaklar, anlamsız sesler, konuşanlar hiç susmayacakmışçasına sürekli anlatacak bir şeyleri olan insanlar?!
Kiminin yüzünde mutlu bir tebessüm, kiminin yüzünde endişe ,kiminin bakışları kaçamak, kimisinin cevap bekleyen kesik cümleleri…
Bazıları var ki konuşmaya gücü yok belki de anlayanı bulmak zor öğrenmiş…
Karşısına oturur sabırla bekler, gözlerinin içine bakarsın anlatıp kurtulsun artık…
Dudakları mühürlü gibi gözleri dolu dolu bir sana bir etrafına bakınıp durur. Binlerce kelime, cümle gelmiş dudaklarının kenarında kalmış bir türlü çık-a-mıyor.
Anlatmak istediği “kırgınlık hikayesi” derinlerine işlemiş…
Saçlarının arasında dolaşıyor elleri, yüzünde dolaştırıp parmak uçlarını kaşlarını kaldırıp derin bir nefes alıp “ben” deyip kalıyor.
Sonra sana dönen bir mercek gibi yanıt bekliyor, “Anlıyor musun?” diyemeden “Anlıyor musun!” diyor aslında…
Hissediyorsun kalbinin derinliklerinde nasıl canının yandığını, nasıl cam kırıkları gibi dağıldığını, hüznünün gözlerine yaptığı gölgeyi, ellerinde kenetlenip kalmış yalnızlığın soğukluğunu, saçlarından akan sevgiye muhtaçlığını, çöken omuzlarında saklanmış derin güvensizlikleri, kalbine aldığı yaraların sızısını sol yanına biraz daha eğimli duruşundan, sırtında ki bıçakların yaslanmasına, birine sırtını vermesine engel olduğunu, en önemlisi yaşadığı kırgınlığı anlatmaya kalksa boğazından boğulurcasına çıkacak çaresizliğin sesini nasıl bastırdığını aralıklı yutkunmasından anlıyorsun.
Kırgınlık başka bir şey!
Kalp etten organ, bedenin hayatta kalmasını sağlarken nasıl oluyor da tuz buz olabilecek kadar savunmasız kalabiliyor da, bedenen hayatta ruhen cehennemi yaşıyorcasına hissettirebiliyor insana?
Bir insan nasıl olurda yaşadığı acının derinliğinden konusamayacak hale gelirde göz pınarları damla damla yıkayarak döker yanaklarından hüznün en kızıl halini?
Ve bazı insanlar nasıl olurda taş kalplerini ellerinde tutarak, iğne dilleriyle bir şekilde bu kalplere ulaşıp kırabilecek kadar önemli hale gelebilirler yaşamın içinde?
Kim sevgiden mahrum, sevgi diye sarılır acımasızlığa?
Kim şefkatten mahrum sıcaklık arar soğuk kış kalplerden?
Kim insanlıktan nasip almadan zorbalaşır masum bir çift bakışın karşısında?
Kim bunca değersizliğin içinde kendi değerini satar beş kuruşa?
Kim şeref yoksunu ruhların önünde eğilir saygı duyacak kimse kalmamış gibi?
Kırgınlık başka bir şey?
Binlerce, “neden” sorusunun içinde kocaman bir sessizliğin kurbanı olur. Dili ile dişi arasında sıkışıp kalır bütün yanıtlar. İstese de bulamaz kalbini soğutacak bir gerekçe. Ne kabul eder yapılanı, ne kondurur yapana…
Döner durur bakar aynadaki yansımasına, umutsuzluğun içinde kıvranırken bile, “O yapmaz!” der de kendinde arar sebepleri kendisine bağlar sonuçlarını…
En aciz olanı ise kırgın kalbin üzerine attığı sayısız iftira ,daha da ağır gelir de döner diline mühür vurur kalp…
“Beni anlamayan sen isen elden ne çare, beni anlatamayacaksan dil ‘den ne çare?”
Söylenmiyor çok şey susmadan…
Suskunlukta gizli olan onca yaşanmışlık, şaşkınlık, üzüntü, hayal kırıklığı, boşa çıkan beklentiler, umuda vurulan kelepçeler, bastırılmış onca duygu, kaybedilmiş zaman, yitirilmiş sevdalar, geçip giden gençlik, belirsiz yarınlar yetmez gibi kalbe yük olan insanlar!
Suskunluğu öğretirler acıta acıta…
Sesin çıkmaz bir zaman sonra sanki bir can taşımıyormuşsun gibi…
En başından söylemiştim ya, “Etrafına baktığında gördüğün kıpırdayan dudaklar, anlamsız sesler, konuşanlar hiç susmayacakmışçasına sürekli anlatacak bir şeyleri olan insanlar?!”
Binlerce suskunluğu biriktiriyor etrafınızda… Düşünmeden, akıl çeperinde süzmeden, dil’in kemiği yok unutarak sarf edilen onca söz balyoz gibi değdiği kalpleri sonsuzluğun uçurumunda susturuyor.
Ve, “Bazıları var ki konuşmaya gücü yok, belki de anlayanı bulmak zor!” demiştim ya işte bu suskunlukların gerçek sebebi oluyorlar. Bir de anlatmaya çalışırken boğula boğula ağlayarak anlatmaya çalışan suskunların?
Kırgınlıklar, suskunluklarda saklı…
Kızgınlık olsa geçer ama kırgınlık geçmiyor, sessizce duruyor tam orda, kırdığınız yerde…
Anladınız mı hiç sessizlikten, susanların dilinden?
Harika bir köşe yazısı olmuş kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim.