Yolunda giden tek şey hayallerdi aslında desem de buna kendimi bile inandırmakta güçlük çekmekteyim. İşlerin yolunda gideceği tek yer Cennetti ve biz dünya zannettik. Her gece hayal kurarak koyduk başımızı yastığa. Hayal olduğunu, gerçekleşme ihtimalinin milyonda bir olduğunu bile bile. Kısacık hayatta bin yıllık olayla baş etmenin ne kadar zor olduğunu ne anlatabilirim ne de yazabilirim. Birkaç dakika önce arka arkaya sıraladığım her şey aklımdan uçup gitti şuan. Güzel rüyalar görmeyi çoktan unutmuştum ben kâbuslarla uyanmak ya da uyuduğunu zannetmek elzem bir durum. Uyumadan rüya görür mü insan? Görüyor ve bu durumu düşmanımda bile istemem.
İnsanoğlu pamuktan narin, mermerden serttir benim nazarımda. Öyle olaylara göğüs gerer ki efsane zannederiz. Kısacık hayatta bin yıllık yükü kaldırmak insana özgü bir şey olmalı. Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 186. ayetinde öyle deniliyor zaten. ‘‘Allah insana taşıyamayacağı yükü yüklemez…’’ Bu yazımda kırk yıllık yaşantım boyunca nelerle karşılaştım onlardan bahsedecektim ne var ki şuan tüm olanları elimin tersiyle itip uyumadan kâbus gördüğüm, saatlerce ağladığım en güncel olaya dönmek istiyorum. Bu yazımla yakını kaybetmiş bir kardeşimin acısını alevlendirmek değil emin olun maksadım. Pirim yapmak asla olamaz. Ben yazarak içini döken bir mahzunum.
Bu ikinci Şubat yüreğimde volkan kaynarken ayazda donduğum. Hedef Kahramanmaraş Kapıçam Mezarlığı. Acının büyüklüğü parçalanan yollardan yerinden oynayan dağlardan belli. Toprak bu kadar incinmişken Anneler, babalar nasıldı acaba? Ya çocuklar… Ya sessiz kullar… Milyonlarca soru yağmurunda uzayıp giden paramparça yolun sonundaki manzara aklıma öyle bir kazındı ki tekrar tekrar izlenen bir filme dönüştü. Her şeye alışıyor da insan binlerce kişinin bir anda ağlaması yok mu kepçeciye bir kürek toprak da bana at bitsin bu feryat demek istiyorum…
Tüm ailesini kara toprağın şefkatli kollarına emanet eden bir genç: Abi diyor. Abi ben şimdi kimsesiz kaldım ya beni kimsesizler mezarlığına mı gömerler?
Yeni nişanlanmış genç bir kız, eline aldığı kâğıtta yazan numaradan sevdasını arıyor ve nihayet buluyor. O an tüm pınarlar kurumuş da sanki o genç kızın gözlerine birikmişçesine öyle bir akıyor ki eminim sevdasının avuçlarına ulaşmıştır gözyaşları. Cenneti müjdeleyen ayetleri okurken ağlamak bana en zor gelen şeydi bu hayatta. Gidenlere mi ağlıyordum kendime mi hala cevabını bulmadım…
Gecenin dördü. Ayaz öyle bir çömüş ki yakılan ateşim başında ısındığımı zannetme yüreğim buz benim diye haykırmak istedim, fakat yazmakla yetindim. Ülkem savaş yeri ateşkes ise meçhuldü.
Bana fersah fersah ölüm kokarken minik bir kız için cennet kokuyordu oralar. Maske ve kolonya uzattığım birinden hayatımın dersini alalı çok olmadı, dostlar. Hey gidi koca yürekli küçük kız cennet kokusuna maske mi takılır dedin ya Şubat ayazında kor seni dinleyen koca koca adamlar…
Dün gece rüyamda adım adım dolaştım enkaza dönmüş şehri. Neredesiniz demirden çalanlar dedim hiç ses yoktu. Anlamadılar insan yarım somon ekmekle toktur. Cennette para yoktur.
Böbürlenme insanoğlu..
Bir avuç toprak, bir damla su mayan…
İblis değil miydi can olmana gönül koyan.
Çok ağlamalı, az gülmeli…
Gözyaşını taze tutmasını bilmelisin’’. Sahi gözyaşı biter mi insanın? Annem dedi ki: oğlum çok ağladın ya oralarda. Kaldı mı ki bana gözyaşın? Desem ki sana insanın tüm bedeni gözyaşı…
SON:
Sevinç gözyaşı döksün analar, babalar ve çocuklar.. EĞİLMESİN ÜLKEMİN BAŞI…