Kişisel gelişimi tartışmaya açıyorum. Biliyorum Mandıra Filozofu “Kişisel gelişmeyelim, toplumca gelişelim” gibi bir replikle daha önce bu kavramı tiye almıştı. Kısmen katılmıyor da değilim ama konuya başka bir yerden dahil olacağım. Kişisel gelişim furyasından deveyi havuduyla yutan sözde uzmanların tekerine çomak sokmuş gibi olmayayım. Fakat son dönemde sizce de kişisel gelişim zehirlenmesi yaşamıyor muyuz?
Yıl 1997, karlı bir kış günü… İstiklal’de henüz cep telefonları yaygınlaşmamışken, arkadaşlarla zararları hakkında henüz yeterince bilinç oluşmamış bir fast-food restoranında bir şeyler atıştırmak için sözleşmişiz. Bir yanlış anlama söz konusu olacak ki arkadaşlar meydanın yakınındaki restoranda beklerken, ben Fitaş Sineması’na sığınmış bekliyorum. Benim gibi bekleyen yirmili yaşlardaki bir kız da nişanlısının gelmesinden umudu kesmiş olacak ki bana dönüp, “Donduk burada, şu pastanede birer çay içelim mi?” dedi. Normalde yabancılara yaklaşmam ama aynı kaderi paylaştığımıza göre “Neden olmasın?” deyiverdim. Sohbet esnasında konu kitaplardan açıldı. Çıkışta bir kitapçıya uğradık. Ve o gün o karşılaşma beni kişisel gelişim dünyasıyla tanıştırdı. 17 yaşındaydım. Anneannemi bir tren kazasında kaybedeli birkaç ay oluyordu. Muhtemelen gizli depresyondaydım. Dr. Wayne Dyer’ın “Kendin Olmak” ve Dale Carnegie’nin “Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak” kitaplarını öneren o yabancıya o gün bugündür minnettarım.
Tabii o zamanlar kişisel gelişim piyasası Türkiye’de bu kadar yaygın değildi. Ayağa düşmüştü demek istemiyorum çünkü gerçekten alanında çok kıymetli eserler veren uzmanlar vardı. Halen var. Benim kişisel gelişim yolculuk duraklarım arasında ise çerçeveleme ve çapalama gibi teknikler sunan NLP, satış, pazarlama ve zaman yönetimi teknikleri anlatan Brian Tracy, “İçimizdeki Devi Uyandıran” Tony Robbins ve türevleri vardı. Ardından bütüncül bir gelişim programı sunan Joan Sotkin geldi. Ve şimdinin gücünü Eckhart Tolle ile keşfettim. O esnada koşulsuz şartsız pozitif olma gibi bir yanılgı ön plana çıktı. Sonra “İyi Hissetmek” adında bir kitapla karşılaştım ki hayat boyu en iyi 10 listeme girmeye hak kazandı.
Ben kişisel gelişimin fırtınalı sularında debelenirken, kuantumcular, beynini formatlacılar, yirmi bir günde hayatınızı değiştirinciler cirit atmaya başladı piyasada. Carpe diemciler, futuristler, mindfulness, aile dizilimleri, çakra temizliği derken ortalık panayır yerine döndü. Dünyada kasırga gibi esen kişisel gelişim, Türkiye’de esintiyle başlayıp tufan oldu sizin anlayacağınız. Tabii fırsatçılar durur mu? Formülasyon başarı hikayelerini cebine koyan, motivasyon konuşmacılığına soyundu. Bu öyle bir furyaydı ki yolunu kaybetmişler, çıkış yolu arayanlar, dertliler, dışlanmışlar, kronik başarısızlar, şanssızlar, özentiler kişisel gelişimin kurtlar sofrasında ara öğün niyetine yem oldular usta satış pazarlamacılara.
“Aldığınız sonuçlardan memnun değilseniz yaptığınızı değiştirin.”
Peki, adamcağız fabrikada işçi ve görevi fermuar dikmekse ve işinde rotasyon yoksa ne yapsın? Kişisel gelişim uğruna ekmeğinden mi olsun?
“İşinizden memnun değilseniz hemen istifa edin.”
Tüm dünyada işsizliğin zirve yaptığı bu çağda yeni bir iş bulmadan evdeki bulgurdan olmak ne kadar mantıklı?
“Eşinizden memnun değilseniz o ilişkide kalmayın.”
Pardon siz değil misiniz, ilişki iki kişiliktir, kendine özgüdür diyen? Terapi önerdiniz mi?
“Çevrenizdeki negatif insanlardan kurtulun çünkü onlar temizlenmesi gereken ayrık otlarıdır.”
Hepimiz günde ortalama belki on farklı ruh haline giriyoruz. Her olumsuz ruh halimizde terk edileceksek vay halimize!
“Çevrenizdeki beş kişinin toplamısınız. Kimlerle takıldığınıza dikkat edin. Yetersiz kimseleri hayatınızdan çıkarın.”
Çocuğun annesi babası ilkokul mezunu diyelim. Ama dişlerinden tırnaklarından artırdıklarını biricik evladının okumasına yatırıyorlarsa ne olacak? Çocuk anasını babasını terk mi edecek? Onları inkâr mı edecek?
“Dunbar sayısı.”
Bilimsel bir gerçek. Post-truth çağında kimsenin umurunda olduğunu sanmıyorum. Sosyal medyada rakamdan öteye gitmeyen hayali arkadaşlar haricinde iki eli kanda olsa imdadınıza koşacak tüm gerçek dostlara selam olsun.
“Zekanızı geliştirmek için en az yüz kişiyle iletişim halinde olun.”
Bence sakin olun 🙂
Nerede kaldı sağduyu? Tembellik hakkımıza ne oldu? Her anımızın bir amaca hizmet ediyor olması cidden gerekli ve gerçekçi mi? Sanmam.
Kişisel gelişim rayından çıkmış bir tren, freni patlamış yokuş aşağı savrulan bir kamyon…
En güzeli insan ruhundaki çelişkileri anlamak için klasikleri okumak sanırım. Bir de Acar Baltaş’tan “Hayalini Yorganına Göre Uzat” kitabı var. Film de önerebilirim: “Benim Adım Doris”. Çok tatlı bir filmdir. Buraya kadar okuduysanız sabrınıza minnettarım.
Sevgiyle kalın.