“Okumadan geçen bir gün yitirilmiş bir gündür” der, Jean Paul Sartre. Okumak, bilhassa kitap okumak pek çok insanın hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Kitap okumanın tadına varan biri artık okumadan duramaz. Başka hayatlara şahitlik etmek, başka diyarlara, başka yüzyıllara yolculuk etmek, yeni bilgiler edinmek demektir okumak.
Okuyor olmak, insanın kendini daha iyi ifade edebilmesi için olduğu kadar daha bir çok şey için önemli. Yapılan araştırmalara göre okumak beynin bağlantılarını güçlendirir ve depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olur. Ayrıca kelime dağarcığını geliştirir, hafızayı güçlendirir, uyku kalitesinin artmasına yardımcı olur. Kitap okuyanların bilgi birikimleri artar, kitaplar onların farklı hayatları ve görüşleri tanımalarını sağlar ve böylece empati yetenekleri artar.
Kitap okumanın önemi her geçen gün daha da çok anlaşılıyor. Sürekli sınavlarla ilerleyen eğitim sistemimizde, yeni nesil soru olarak adlandırılan, her biri bir sayfayı bulan sorulardan sonra okuyup anlıyor olmanın önemi daha da arttı. Hangi dersten olursa olsun soruyu okuduğu zaman tam olarak anlayan öğrenci, zor okuyan ve yeterince iyi anlayamayan bir öğrenciden daha avantajlıdır. Hani hep, bir soruyu anlamak çözmenin yarısıdır denir ya gerçek payı olsa gerek.
Elbette kitap okumayı sevmek, hayatlarımıza dahil edebilmek sihirli bir değnek dokunmuş gibi bir anda gerçekleşmez. Okuma sevgisinin, bu alışkanlığı edinmenin temelinde de, pek çok şeyde olduğu gibi, çocukluk dönemi yatar. Küçük yaşlardan itibaren çocuklarımızın kitap okumalarını istiyor, onları bu yönde teşvik etmeye çabalıyoruz. Bebeklik dönemlerinde onlara rengarenk bez kitaplar alıyoruz. Her şeyi tadarak tanıdığı o dönemlerde sadece tadına baksa da, sonraları dokunarak ve renklerine dikkatini vererek başlıyor kitaplara ilgileri. Daha sonra da başlıyoruz onlara aslanlı, kedili bol hayvanlı yine rengarenk kitaplar almaya. Hatta bazılarının ilk yaşlarından itibaren bir kitaplıkları oluyor ve ebeveynleri onlara sık sık kitap okuyor. Kitapla iç içe büyümelerini sağlıyorlar. Tabi bu anlattıklarım okumanın önemini kavramış, eğitim ve sosyokültürel düzeyi yüksek, bilinçli ebeveynlere sahip az sayıda şanslı çocuğun ulaşabildiği şeyler zira bütün çocuklar maalesef o kadar şanslı değil. Henüz barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarına yeterince ulaşamamış ailelerin ya da bunlara ulaşsa bile kültürel olarak okuma ve yazmaya ilgisi olmayan ailelerin çocukları da hem kitap okumak hem de eğitim almak konusunda yeterli bir hazırbulunuşluk seviyesinde olmuyorlar. Yıllar önce öğretmenlik yaptığım bir köy okulunda birinci sınıflara gelen bir öğrencimiz vardı. Geldiği gün henüz okulda kullanacağı defter, kalem gibi malzemeleri hazır değildi. Biz ona bir defter ve bir kalem verdik. Çocuk önce defteri şaşkın bakışlarla inceledi ve daha sonra da kalemi aldı eline, şöyle bir evirip çevirdi ve “Öğretmenim bu ne?” dedi. Onun kalemi tanımıyor olmasının sebebini anladık daha sonra. Çocuğun anne babası yerleşim yerine uzak bir koyun ağılında yıllardır çalışıyorlarmış. Okuma yazma da bilmiyorlarmış. Çocuğun kendinden büyük, okula giden bir kardeşi de olmadığı için henüz kalemle tanışmamış. Okul tüm öğrencileri bir yönden eşitlese de, aynı sınıfta eşit şartlarda eğitim görseler de önceden edindikleri bilgi ve beceriler onların akademik başarılarının temellerini oluşturuyor genel olarak. Bu nedenle hem okul öncesi eğitimin hem de daha öncesinde aileden alınan eğitimin önemi çok büyük.
Bir eğitimci olarak velilerimin bana en çok sorduğu sorulardan biri “Çocuğuma okuma alışkanlığını nasıl kazandırabilirim?” diğeri de “Okumasını istemediğim kitapları okumasını nasıl engellerim?” Okuma alışkanlığı için benim önerim, çocuğa çeşitli kitaplar sunulmasıdır. Farklı türlerden ve farklı yazarlardan kitaplar. Çocuğun içlerinden mutlaka beğeneceği kitaplar olacaktır. İşe en çok beğendiği yazarın tüm kitaplarını okuyarak başlayabilir. Zaman içinde bu kitapları okuyup sevdikçe zaten çocuk başka kitap arayışları içine girecektir. Diğer soruya gelince, içeriklerini beğenmediğimiz kitapları okumalarını engelleyemeyiz. İlk akla gelen yasaklamak olabiliyor. Yasaklayarak hiç bir yere varamayız. Özellikle de ergenlik dönemlerinde, o yaşlardaki gençler arasında popüler kitaplara karşı gençler tarafından aşırı bir ilgi duyulabiliyor. Siz kitabı ona almasanız da, o bir şekilde okumak istediği kitabı bulacak ve okuyacaktır. Mesela kütüphaneden alabilir ya da arkadaşından ödünç alır. Gençlere biraz da güvenmeliyiz. Okuma alışkanlığını kazandıktan sonra zaman içinde daha doğru kitap seçimleri yapacaklardır. Bu konuda çok üstüne gidilmemelidir. Başka bir husus da ebeveynlerin, diğer çoğu konuda olduğu gibi kitap okuma konusunda da çocuklarına örnek olmaları, onların yanında ya da onlarla birlikte okumalarının önemidir. Bunun için günün ya da haftanın belirli saatleri ailece okuma saati olarak belirlenebilir. Hiç kitap okunmayan bir evde büyüyen bir çocuğun çok kitap okuyan bir çocuğa dönüşme ihtimali çok yüksek değildir zannımca.
Sonuç olarak, kitapların bir insanın vizyonuna katkıları uçsuz bucaksızdır ve pek tabii okumak, ruhu beslemek için de vazgeçilmez bir araçtır. İnsanlar olarak pek çok konu gibi okuma alışkanlığında da bariz bir yanılgıya düşüyor, üstüne emek harcamadan kazanabileceğimiz bir şey olduğunu düşünüyoruz. Oysaki okuma alışkanlığı, içine doğduğumuz aile, bu aile tarafından yönlendirilme biçimimiz, aldığımız eğitim ve sahip olacağımız olanaklar gibi pek çok değişkene bağlı olarak gelişir. Burada, ebeveynlerin tutumu her zaman önemli olacaktır. Çocuklarımıza, yormadan, bıktırmadan okuma alışkanlığı kazandırma konusunda dikkatli davranırsak, hayatları boyunca kendilerini huzurlu hissedecekleri bir alan oluşturmalarına, ruhlarını beslemelerine, yardımcı olmuş oluruz.
Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Emeğinize sağlık.
Harika bir anlatım. Tebrik ederim.