…Kendime yalan söyledim
Yalnızım, bunu ben istedim
Paramparça bütün aynalar
İçimde kan revan birisi var…
Tuna VELİBAŞOĞLU (SEKSENDÖRT)
Gün birdenbire ne kadar da güzelleşmeye başlamıştı Nusret için. Sabah arkadaşının ısrarı ile hayvanlarla ilgili bir konuyu protesto etmek için toplanmışlardı. Nusret aslında neyi protesto ettiklerini bile tam bilmiyordu ama onu çağıran arkadaşının yanlış bir şeyi desteklemeyeceğine güveniyordu. Zaten bu kadar güvendiği için arkadaşının hatırını kıramamış ve birkaç saatini onlarla geçirmek için ikna olmuştu. Fakat daha grup toplanırken Emel’i görmüştü ve gün içinde ilk kırılma noktası yaşanmıştı.
Her ne kadar dik dik bakmamaya çalışsa da gözleri sadece ve sadece Emel’i izlemek istediği için bedeni ile çatışmaya başlamıştı. Kendi içinde çıkan bu iç savaşı bastırmaya çalışırken yeteri kadar başarılı olamamış olmalıydı ki Emel hafif bir gülümseme ile onun yanına gelmişti. Böylece Einstein’ın göreliliğine göre saatlerceymiş gibi geçmesi dakikalar yerine dakikalar gibi geçen saatlere bırakmıştı. İşleri bittiğinde de nasıl cesaret ettiyse arkadaşlarının arasından karşıdaki parkta oturmak için Emel’i bir süreliğine ayırabilmişti.
Şimdi Emel bir yandan küçük köpeğinin tasmasını elinde tutarken bir yandan da durmadan hareket eden hayvanı izlemeye devam ediyordu. Nusret de fırsat bu fırsat Emel’i baştan aşağıya süzüyordu. Saçlarında ve yüzünde hayvanları denek hayvanı olarak kullanan hiçbir ürünü kullanmadığını söylemişti. Belki de bu yüzden kullandığı doğal ürünler yüzüne ve saçlarına doğal bir dağınıklık veriyordu ama bu dağınıklık ona o kadar yakışıyordu ki… Sonra giydiği askılı elbisenin açıkta bıraktığı omuz ve kollarına göz gezdirdi. Belki de onlarca küçük dövme arasında Emel’in hikayesini anlattığı birkaç tanesini hemen algıda seçiciliği ile ayırabiliyordu. Bir tanesi ilk sahiplendiği hayvandı örneğin. Bir diğeri sadece birkaç saat evinde misafir edebildiği bir kediydi, kafasının üstünde bir hale ile sağ omzunda aşağıya süzülüyor gibiydi. Ve kol kaslarının olması gereken yerdeki zayıflığı görünce acaba vegan beslenmesinin bunda bir payı var mı diye düşündü. Belki de genetik olarak bu kadar zayıftı. Ama sebebi ne olursa olsun bu kırılganlık bile ona çok yakışıyordu.
Bu arada yavaşça ona dönen Emel konuşmaya başladı:
“Biliyor musun, yeni doğan köpekler hem kör hem de sağır oluyorlar!”
“A?” diyerek şaşkınlığını belirten Nusret, tam bu sırada Emel’in elinden kurtardığı tasmasıyla koşmakta olan köpeği görünce tepkisini uzatarak devam etti.
Bir anda ikisi de tasmasını peşinden sürükleyen köpeğin arkasından koşmaya başladılar. Sonunda köpek en fazla üç-dört yaşındaki bir çocuğun önünde kendi kendine duruncaya kadar da nefes nefese kaldılar. Köpek çocuğun yüzüne bir süre baktıktan sonra arka arkaya seslice havlamaya başlayınca çocuğun önce nutku tutuldu, sonra da avazı çıktığı kadar ağlamaya başladı. Emel tuttuğu tasma ile köpeği az önce oturdukları banka doğru çekmeye başlayınca çocuğun da anne ve babası çocukla aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi hemen kat ederek çocuğu kucaklarına aldılar.
Nusret’e mi öyle gelmişti yoksa Emel çocukla hiç ilgilenmemiş miydi? Nusret kalakaldığı yerde bir süre dikildikten sonra Emel’in köpeğin tasmasını tutacak yerine bağladığı banka ulaştı. Bir süre sessizce oturduktan sonra artık kendini tutamayan Nusret sorusunu sordu:
“Çocuğu da teselli ettin ama ben göremedim değil mi?”
“Yok, aslında çocukla hiç ilgilenmedim!”
“Ama neden ki? En azından istemeden de olsa korkuttuğumuz için özür dilememiz gerekmez mi?”
“Bence gerekmez, ailesi hemen koşup yetiştiler zaten!”
“Bak şimdi, olur mu öyle şey!” diye içinden düşünmeye başladı Nusret. “Sanırım bu kız hayvanları insanlardan üstün tutuyor. Ama olur mu öyle şey? Yani tabii ki çok aşağılık insanlar var ama masumiyetin hayvanı, insanı olur mu?” Bu düşünceler ile ne kadar sevgi dolu bir insan ki hayvanları bile ne kadar seviyorsadan ne değişik bir insan ki hayvanları insanlardan daha çok seviyora doğru geldi. Allah bilir, çocuk doğurmaya da karşıydı çünkü zaten onun çocukları vardı…
Yeni doğan köpek yavrusu gibi ilk önce kör olan gözleri açılmış, sonra da duydukları ile sağırlığı geçmişti…
Bu ikinci kırılma anından sonra Emel’i tekrardan baştan aşağı süzmeye başladı. Az önce doğallık kattığını düşündüğü hafif dağınıklık şimdi onu rahatsız etmeye başlamıştı. Acaba biraz yaşını da fazla gösteriyor olabilir miydi? Sonra omuzlarında ve kollarındaki dövmeler de ne kadar da fazlaydı. Yani bir kısmının hikayesi vardı ama geneli anlamsız görünüyordu, sonuç olarak da hiçbir estetiği yokmuş gibi gelmişti. Sonra tekrar zayıf kollarına bakınca daha az önce hoşuna giden zayıflık acaba anoreksiya belirtisi miydi?
Sonra günün üçüncü kırılma noktası yaşandı…
Yine aynı şeyi yapıyordu. Ne zaman birisinden hoşlanmaya başlasa hemen olumsuz yönlerini buluyor ya da belki de uyduruyor, bunları büyütüp büyütüp kendini ona karşı soğutuyordu. Aslında kız kötü bir şey söylememişti, sadece ailesinin geldiğini söylemişti ama buradan bu sözleri alıp onu insan düşmanı yapmıştı. Yani kafasında büyüttüğü şeyler gerçek de olabilirdi, eğer bir insana değer verirsen ona doğru biraz daha eğilmek gerekmez miydi? Ortak olmayan noktalarının olması ortak noktalarının olmayacağı anlamına gelmezdi ki! Kaldı ki bir ilişkinin bütün temeli ortak noktalar da olmak zorunda değildi.
Son aydınlanma sonrası bu sefer ne fazlaca iyimser, ne de fazlaca karamsar olmadan tekrar yanındaki Emel’i süzdü. Yok, olmuyordu. Saatler önce kendi oluşturduğu hevesini dakikalar önce yine kendi kaçırmıştı.
Birden kendini yorgun hissetti. Çok ama çok yorgundu. Bu kendini mutlu etmemek için verdiği mücadele sonucu oluşan ruhsal bir yorgunluktu ama fiziksel olarak da onu yıpratmıştı. Şimdi sadece eve gitmek ve kendini dinlememek ve düşünmemek için, kendini uyuşturmak için her ne yapıyorsa onu yapmaya devam etmek istiyordu ama yerinden bile kalkamayacak kadar yorgun hissediyordu.
Kulağına gelen tanıdık sesler ile daldığı düşüncelerden sonunda çıkabildi. Arkadaşı ve bugün yanlarında olan diğer arkadaşları yüzlerinde biraz da muzip bir gülümseme ile yanlarına doğru geliyorlardı. Doğru, onlardan ayrılırken de yüzlerinde bu muzip gülümseler vardı. Belki de başlamak üzere olan bir ilişki adaylarını utandırmayı düşünüyorlardı. Ama Nusret bunu yapamayacağına karar verdi. Hızlıca telefonunun cebinden çıkarıp bir iki uygulama arasında manasızca dolaştıktan sonra onları gözleri ile yanlarına davet etti:
“İyi ki geldiniz, ben de ayrılmak zorundayım, hatta geç kalmışım!” diyerek bütün grubun yüzündeki tebessümleri sildikten sonra Emel’e dönerek elini uzattı. Emel elini sıkarken “Tanıştığımıza çok memnun oldum” dedi, elleri ayrılırken de ağzından belirli belirsiz bir “görüşmek üzere!” düştü.
En son Emel’in köpeğini de hafifçe okşayarak gruptan ayrıldı. Parkın çıkışına doğru koşarken bacağına bir çocuk çarptı. Yere düşen çocuğun yanına eğilen Nusret, çocuğun az önce köpeğin korkuttuğu çocuk olduğunu gördü. Kalkması için çocuğa da yardımcı olduktan sonra çocuğun da kafasını hafifçe okşayıp yoluna devam etti ve yalnızlığına ulaşmak için hızlı adımlarla tüm insanlardan uzaklaştı.